🥂 Her Şerde Bir Hayır Vardır Hikayesi
Her şerde vardır bir hayır 03 Mayıs 2020, 18:26; 328
Her şerde vardır bir hayır. Olur ki hoşunuza gitmeyen bir şey, sizin için hayırlıdır ve olur ki, sevdiğiniz şey de sizin için bir şerdir.ALLAH (c.c.) bilir de siz bilmezsiniz.” (Bakara Suresi, 216) Şöyle geçmişe doğru bir bakıp bugüne kadar yaşadıklarınızı kısaca gözden geçirecek olursanız, uzun yıllara sığan olayların aslında dakikaları aşmadığını görürsünüz.
İslam dünyasının her yönden bir ve beraber olduğu bir ortamda bizi hiç kimse tutamaz” diye konuştu. “Her şerde bir hayır vardır” diyen Şahin, “Birbirimize sahip çıkmamız ve birbirimize kenetlenmemiz lazım. Güçlü olmamız gerekiyor. Buradaki güç yalnızca ekonomik güç değil.
Bir kez cehenneme girip geri döndükten sonra geceleyin ormanda yürümek eskisi kadar korkutmayacaktır. Her aksilik yeni bir kapı açar. Atasözünün dediği gibi, “Her şerde bir hayır vardır.” Bir kapı kapandığında başka bir kapı açılır. Bir şey sona ermeden başka bir şey başlamaz.
HerAşk'ta Bir 'Hayır' Vardır. 1,210 likes. ' // Muti ' imzalı bütün yazılar şahsıma aittir ve kesinlikle başkasının yazısı altına imza atmışlığım "Yoktur"! Muhittin OK
Her şerde bir hayır var. Allah'tan başka kimsenin bilmediği." Hayırlı Geceler
Filmde bizim geleneğimizde, tasavvuf zihniyetimizde olan “Her şerde bir hayır vardır.” öğretisi sıkça çeşitli mecazlar istiareler vasıtasıyla tekrar edilmektedir. Etobur ada da bunlardan biridir.
IUmF. 15 Temmuz, canımızı çok acıttı ama çok şeyler de “Her şerde bir hayır var” diye boşuna Temmuz denilince artık, dostumuzu düşmanımızı iyi tanımayı, iyilikten maraz doğabileceğini ve en önemlisi de demokrasiye çok daha fazla inanmamız, savunmamız, onun için canımız pahasına da olsa mücadele vermemiz gerektiğini şehitlerimize Allah’tan rahmet, yakınlarına sabır gazilerimizi ve demokrasi uğruna, canı pahasına mücadele verenleri, bu ülke ve gelecek nesiller, asla unutmayacak...En iyi hukuklarTürkiye Barolar Birliği’nin TBB hukuk eğitimi ve öğretimindeki standartları belirlemek amacıyla başlattığı “Ölçme-değerlendirme” çalışmaları hukuk fakültelerinin dekanlarının katılımıyla yaklaşık 3 yıldır yürütülen çalışmaya, 73 hukuk fakültesinden 53’ü katıldı. Çalışma sonucunda hazırlanan listede ilk sıraları devlet üniversiteleri Çalışmaları’na 2014 yılında başlayan Türkiye Barolar Birliği, 37 hukuk fakültesi dekanının katılımıyla kurduğu komisyonda, bir hukuk fakültesinin hangi asgari standartları taşıması gerektiğine dair ölçütleri belirledi. Çalışmaya YÖK Başkanlığı ile son şekli kadro, kütüphane olanakları, eğitim-öğretim faaliyetleri gibi kriterlerin yer aldığı değerlendirme formu Türkiye’de aktif olarak eğitim veren tüm hukuk fakültelerine gönderildi. Verilen cevaplar doğrultusunda en iyiler listesi ilgili değerlendirmede bulunan TBB Başkanı Av. Prof. Dr. Metin Feyzioğlu şunları söyledi “Kontrolsüz şekilde açılmış ve sayısı her geçen gün artan hukuk fakültelerinin pek çoğunun eğitim-öğretim kalitesi ne yazık ki istenilen seviyede değil. Amacımız, üniversite adaylarının daha bilinçli tercih yapabilmelerinde yol gösterici olmak. Ayrıca hukuk fakültelerinin de eksikliklerini görerek kendilerini geliştirmelerini sağlamak.”Peki, aşağıdaki liste ne kadar sağlıklı?Çok emek harcanmış ama ciddi bir çalışma demek mümkün ilk 10’a girecek birkaç üniversite, bilgi göndermedi diye listenin en sonuna da vahimi, ilk 20’ye dahi girmesi mümkün gözükmeyen, bazı fakülteler, ilk 10’da kendisine yer puan sıralamasında açık ara birinci olan Galatasaray’ın 6. sıraya düşmesi de o ki, böylesi bir listeyi, YÖK ve dekanların oluruyla TBB de hazırlasa, hiç de gerçekçi değil!Adaletin, bilimin, eğitimin sembolü olan kurumların çok daha titiz olmaları liste, listedir, en azından bir başlangıçtır! İşte sıralamaTartışmalı liste 1. İstanbul 311, 2. Ankara 225, 3. Marmara 209, 4. Dokuz Eylül 174, 5. Gazi 170, 6. Galatasaray 137, 7. Hacettepe 133, 8. Bahçeşehir 130, 9. Anadolu 129, 10. İstanbul Bilgi 127, 11. İstanbul Kültür 125, 12. Yeditepe 123, 13. Erzincan 121, 14. Özyeğin 118, 15. Yalova 117, 16. İhsan Doğramacı Bilkent 113, 17. Akdeniz 107, 18. Uludağ 104, 19. Süleyman Demirel 103, 20. İstanbul Medipol 103, 21. Çukurova 97, 22. Karadeniz 97, 23. Kırıkkale 96, 24. Çankaya 94, 25. Başkent 94, 26. Kadir Has 93, 27. Mef 93, 28. Dicle 92, 29. Türk-Alman 92, 30. Atatürk 89, 31. Sakarya 87, 32. Kocaeli 87, 33. Selçuk 87, 34. Maltepe 86, 35. Yaşar 84, 36. Kemerburgaz 83, 37. Fatih Sultan Mehmet Vakıf 80, 38. Okan 80, 39. Afyon Kocatepe 79, 40. İnönü Üniversitesi 79, 41. Çağ Üniversitesi 76, 42. Yeni Yüzyıl 70, 43. Atılım 69, 44. İstanbul Aydın 69, 45. Lefke Avrupa 62, 46. Uluslararası Antalya 61, 47. Ufuk 59, 48. Sabahattin Zaim 58, 49. Doğu Akdeniz 56, 50. Ondokuz Mayıs 55, 51. İstanbul Ticaret 52, 52. Gaziantep 39, 53. Girne Amerikan göndermeyenler 54. Adana Bilim ve Teknoloji, 55. Ankara Sosyal Bilimler, 56. Bozok, 57. Gaziosmanpaşa, 58. Namık Kemal, 59. Necmettin Erbakan, 60. Recep Tayyip Erdoğan, 61. Beykent, 62. Doğuş, 63. Erciyes, 64. Hasan Kalyoncu, 65. İstanbul Medeniyet, 66. İstanbul Şehir, 67. İzmir Ekonomi, 68. Koç, 69. KTO Karatay, 70. Tobb Ekonomi Ve Teknoloji, 71. Uluslararası Kıbrıs Üniversitesi, 72. Yakın Doğu Üniversitesi, 73. Yıldırım ÖSYMLYS sonuçları açıklandı ama fırtınası iki soru iptal edildi ve ÖSYM tarafından yapılan açıklamada “Bu iki sorunun değerlendirme dışı bırakılmasına karar verilmiştir” iki soru, değerlendirme dışı kaldıysa, puanlamanın 80 soru üzerinden değil de, 78 soru üzerinden yapılması standart sapma ve ortalamaların yer aldığı tablo ile grafiklere baktığımızda, değerlendirmenin 80 soru üzerinden yapıldığı dikkati o ki, ya ÖSYM’nin açıklanmasında bir hata var ya da edilen o iki soru daha önceden olduğu gibi herkes için doğru kabul edildiyse, bu açıklama ve ortalamalar yükseldi böbürlenmesi niye?..Özetin özeti Sütten ağzı yanan yoğurdu üfleyerek yer. Peki ama kaynayan süt içmemeyi ne zaman öğreneceğiz!..
Afrika’da bir kral ile yakın dostu arasında geçen ve zindana atılmaya kadar giden parmak kopartan bir olay bu...Hikaye "Her şeyde bir hayır var mı, yok mu?" sorusunun cevabını veriyor. Okumadan önce “Peki size göre?” diye soralım ve hikayeye geçelim...Bir Afrika ülkesi var kral... Kralın çocukluktan beri beraber olduğu ve hiç yanından ayırmadığı bir dostu aynı bakış açısıBu dostu iyi veya kötü her olay karşısında hep aynı şeyi söyler- "Bu işte de bir hayır var!"Bir gün kralla dostu ava çıkar. Kralın dostu tüfekleri doldurur, krala verir, kral da ateş eder. Dost, muhtemelen tüfeklerden birini doldururken bir hata yapar. Kral da ateş ederken tüfek geriye doğru patlar. Kralın başparmağı kopar. Kral acı içindeyken dostu her zamanki sözünü söyler- "Her şeyde olduğu gibi bunda da bir hayır var!"Kral öfkeyle bağırır- "Bunda hayır filan yok! Görmüyor musun, başparmağım koptu?"Yamyamların eline düşerÇok kızdığı dostunu zindana attırır. Bir sene sonra, kral uzak bir bölgede birkaç adamıyla avlanır. Avlandıkları bölgede yamyamların kabilesi ve adamlarını yakalayıp ele geçirirler ve köylerine götürler. Köyün meydanındaki direğe bağlarlar, yakmak için odun yığarlar. Bu esnada kralın başparmağının olmadığını fark ederler. Bu kabile, uzuvlarından biri eksik olan insanı yediklerinde başlarına kötü olaylar geleceğini düşündüklerinden kralı yemezler ve serbest adamları ise yakıp yerler. Kral sarayına döndüğünde, kopuk parmağı sayesinde kurtulduğunu anlar. Dostu haklı çıkmıştır. Hemen pişmanlıkla dostunu kapattığı zindandan çıkarır ve başından geçenleri anlatır- "Haklıymışsın dostum! Parmağımın kopmasında bile bir hayır varmış. Seni zindana attığım için özür diliyorum. Yaptığım haksızca ve kötü bir şeydi."Dost- "Hayır, beni zindana atmanızda da bir hayır var."Zindanda tutmanın neresi hayırKral- "Delirdin mi? Seni bir sene boyunca zindanda tutmanın neresinde hayır olabilir."Dost- "Düşünsene, zindanda olmayıp da seninle birlikte avda olsaydım ne olacaktı…"HER ŞEY DE BİR HAYIR VAR DİYELİM...
30 Mart 2020, Pazartesi Hangi Konuyu İşlesek ki? Evet; hangi konuyu işlesek ki? Sivil Havacılıkta yazı konusu edecek yeni bir şey kalmadı. Covid -19 her şeyi yerle bir etti. Kim hangi uçuşları durdurdu? Kimin filosu yerde? Yolcu % kaç düştü? Hangi havayolu kaç personelini işten çıkarttı? Maaşlarda indirim yaparak nefes almaya devam edip etmeyeceğini hesaplayan hangi şirketler? Çalışanını ücretsiz izinle çıkartarak işin daha kötüye gitmeyeceğine ilişkin ümidini muhafaza etmek isteyen Havayolları Hangileri? Vb. Bunların hepsi günlük haberlerin içinde yer aldı/ alıyor. Yapılmayan bir tek bunların hepsini kapsayan bir tabloda bir bakışta tümünün bir arada görülmesini sağlayacak bir çalışma. Natamam olsa da bu tabloda sanal medyada yayınlandı. Üç beş gün içinde son durumu görmemiz mümkün olabilecek. Bu ortamda iyiden iyiye moral bozacak bir çalışma yapıp ülkenin ekonomik durumunu döksek satırlara. Haberlerde dinliyor, gazetelerde okuyoruz. Politika yazsak, hazır bu ara kahramanları ortada fazla yokken karıştırmanın âlemi yok. Aslında siyasi ortamda moralleneceğimiz bir gelişme de yok. Varımız yoğumuz, tek konumuz Coronavirüs. Evet, bu konuyu başka bir pencereden bakarak misafir edelim Coronavirüs. Victoria's Secret’in Hollandalı güzel mankeni Doutzen Koroes’ in "Teşekkürler Corona Virüsü" başlıklı paylaşımı tepki gördü sanal medyada. Koroes ’den sonra Çağla Şikel’ de aynı düşünce tarzı ile aynı başlıkla bir yazı kaleme aldı. Ve de o da Türkiye de tepki gördü. En çok şaşırdığım ise Hürriyet Gazetesi yazarı Ertuğrul Özkök’ün Şikel’ e karşı çıkış şekli oldu. Çağla Şikel tepkiler üzerine yazısını kaldırdı medyadan. Sanki yazının başlığını yadırgamıştı bu insanlar. Tepkinin nedeni mutlak bu. Ve de tepkilerin bu düşünce tarzını anlayamayan kişilerden Sn. Özkök vb. dışında geldiği açık. Metinde İfade edilenler ise tamamı ile doğru. Katılmamak mümkün değil. İnsanlığın içinde bulunduğu ahlaki çöküntüden çıkması şart. İnsanlara verdiği tüm acılara rağmen lateral bir düşünce tarzı ile kaleme alınmış olan Doutzen Koroes ’in bu metnini aşağıda sizlerle paylaşıyorum. Çağla Şikel’in yazısını kullanmayı tercih ederdim ancak, bulamadım.“ Bizi silkelediğin için. Bize daha büyük bir şeye bağlı olduğumuzu gösterdiğin ve düşündürdüğün için. Teşekkürler bize bollukla, sağlıkla ve lüks içinde yaşadığımız hayata minnettar olmamızı öğrettiğin için. Bütün bunların bize bahşedilmiş olduğunu anlamamızı sağladığın için. Teşekkürler bizi durdurduğun için. En basit şeyler için bile vaktimizin olmadığı yoğun bir iş temposu içinde nasıl kaybolup gittiğimizi bize öğrettiğin için. Çok önemli olduğunu düşündüğümüz tüm basit konuları bir kenara atmayı öğrettiğin ve neyin önemli olduğunu bize gönderdiğin için. Teşekkürler sana, bütün transferleri yolculukları durdurduğun için. Gezegenimiz bize yalvarmaya başlamıştı bütün bu kirliliklerin önüne geçmemiz için. Teşekkürler bütün korkular için. Stres yıllardır küresel bir hastalıktı ama çoğumuz onunla yüzleşmek istememiştik. Teşekkürler bizi onunla yüzleştirdiğin için. Üstelik onu nasıl sevgiyle kucaklayacağımızı ve stresli insanlara nasıl destek vereceğimizi öğreniyoruz. Teşekkürler hayatlarımızı yeniden gözden geçirmemizi bize öğrettiğin için. Teşekkürler sana ki birbirimize bağlı olmanın ne ifade ettiğini bizlere anlattığın için. Aramızdaki bu büyük yüzleşme için teşekkürler sana. Hepimiz dünyanın değişmesinin gerektiğini biliyorduk. Her şeyi sarsarak, bize yardım ettiğin, yeni bir dünya kurma şansı verdiğin için teşekkürler. O bizi, insanları hem fiziksel hem de enerjisel bilinçle birbirine bağladı. Şükran duymak hem bağışıklık sistemini destekler, hem de olup biteni değişik açılardan görmemizi sağlar. Hangi açıdan bakmayı seçeceğimiz bize bağlı, ancak en güzeli bunların türünden haberdar olabilmek ve doğru değerlendirebilmek.”Evet, bu yazıda ifade edilenleri yanlış bulan kimse var mı? Biz böyle değil miyiz? Biz insanlar değinilen hususlardan yoksun değil miyiz? Biz zaten böyleyiz bu hasletlere sahibiz diyebiliyor müyüz?Uyusak rüyalar kandırıyor, uyansak insanlar. Bu nasıl bir dünya? Ne hale geldi insanlar? Uykuda gördüğümüz rüyalar bile aldatıcı. Silkinip uyanıyorsun. Uykuda olmak mı iyi, yoksa uyanık olmak mı? Karar veremiyorsun. Uyanıksan bu kez de insanlar aldatıyor. Kandırmak de demek ki? İnsanın / insanların masumiyetini, samimiyetini ve iyi niyetini istismar etmek ve kötüye kullanmak. Ahlaki değerlere tamamı ile ters ve o değerlerle örtüşmeyen bir olgu. Bu çirkin olguyu ne de çok benimsemiş insanlar. Yalan, dolan her şey var bu dünyada. Kriz, Corona falan dinledikleri yok. Herkes birbirini kandırmak peşinde. İnsanlar birbirine düşman gibi. Sanal medyadan olanı biteni takip edeyim diyorsun. Daha asap bozucu. Kuvvetliye biat edip ortama uyup yaşamı sürdürmek ayrı bir maharet. Bunu anlıyorsun. Düşünmeğe çalışıyorsun. Onu da herkes yapamıyor. Bu kez naçar kendine soruyorsun. Bu insanlar neyi alkışladıklarını biliyorlar mı? Hayır. Ya neyi protesto ettiklerini? Onu da bilmiyorlar. Çaresizsin. Etik sorunlar, etik dışı davranışlar güven duygumu / duygumuzu menfi etkiliyor. İnsandaki / insanlardaki bu duygunun noksanlığı ülkeye, ülkenin insanlarına, yöneticilerine ve hatta kendimize yönelik saygınlık zafiyeti yaşadığımızın göstergesi adeta. Sizi kandırıyorlar diyorum. Kimse inanmıyor. Anlıyorum ki atasözünde de ifade edildiği gibi, İnsanları kandırmak, kandırıldıklarına ikna etmekten daha kolay. Güven yok. Saygı yok. İnsanlık yok. Peki; biz niye varız ki? Dalıyorum. Bu durumda, uyusam mı, uyanık mı kalsam diye soruyorum kendime. Hoş sonuçta ikisi de aynı kapıya çıkıyor ya. “ Uyusak Rüyalar kandırıyor. Uyansak İnsanlar. Ali Tekcan”
Anayasa Mahkemesi AYM Osman Kavala kararıyla bir kez daha Erdoğan’ın kollarında intihar etti. Müvekkillerinin adil yargılanmadığını düşünen avukatlar, bundan böyle de AYM’nin kapısını çalmaya devam edecekler ama artık adalet bekledikleri için değil; davalarını uluslararası mahkemelere taşıyabilmek üzere “iç hukuk yollarını tüketmiş olmak” için. AYM’nin istila edildiği, rejimin AİHM kararlarını tanımazdan geldiği koşullarda Türkiye hala uluslararası yargı alanında kalmaya devam ediyor olabilir mi? Uluslararası yargının bireysel özgürlükler bağlamında Türkiye’de hala pratik bir anlam ve işlevi var mı? Mevcut rejimde güçler ayrılığı fiilen son bulduğu ve güçler ayrılığı ilkesi de itibardan düştüğü için, bu soruların yanıtları, hukuk değil siyaset alanından çıkagelecektir. Siyaset de, daima bir güç mücadelesi, devlet iktidarını elde etmek ve korumak üzere karşı karşıya gelen tarafların çatışması olduğuna göre, demokratik siyaset yerel ve uluslararası güç dengelerine ve kendi stratejilerine bağlı olarak bu soruya hem “evet” hem “hayır” diye yanıt verebilir. Rejimin bütün milliyetçi tafrasına karşın, “iç hukuk”ta uluslararası yargının hükmünün kalmadığını söylemek acelecilik olur. Rejimin demokrasi, insan hakları ve hukuk devleti esaslarıyla bağlandığı uluslararası sözleşmeleri yakın bir gelecekte yırtıp atması ve kurumlardan çekilmesi iki nedenle söz konusu değil. İlki, kronik sermaye yetersizliği dolayısıyla muhtaç olduğu yabancı sermaye akışı ve dış borçlanma gereklerinden dolayı. Uluslararası finans piyasasında ABD ve AB’nin borusu ötüyor. O yüzden bütün bölgesel güç çekişmelerine karşın rejim için ABD ve AB ile ekonomik ve mali ilişkileri onarmak ve bu maddi temelin belirlediği hukuksal ve siyasal ilişkileri, itişe kakışa da olsa, sürdürmek kaçınılmaz. İkincisi, gidecek başka yer yok. Rusya ve Çin ile “soğuk savaş” sonrası nispeten iyileşen ve genişleyen ilişkilere karşın, Ankara’nın Orta Asya’ya yönelik “Turancı” emelleri Moskova ve Pekin için derin bir kuşku kaynağı. Rakipsiz oldukları Avrasya’da 85 milyonluk bir yeni gücün at koşturma heveslerinden de hoşnut değiller. Onlar için ABD ve AB kampında ama onlarla ihtilaflı bir Türkiye Şanghay İşbirliği Örgütü’nün başına dert olacak Türkiye’den evlâdır. AİHM kararları söz konusu olduğunda “bağımsızlık” yaygaraları kopartan Erdoğan’ın, sıra ticaret, turizm ve finansa geldiğinde “geleceğimiz Avrupa” serenadına başlaması bundan. Bu çelişkiler ortasında, ağır ekonomik ve finansal kriz koşullarında yol alırken rejim, Avrupa ile cepheden çatışmaktansa, mevzuatın verdiği bütün imkanları kullanıp Avrupa Konseyi üyeliğinin askıya alınmasını öteleyerek “ihtilaflı ortaklık” statüsünü sürdürebildiği kadar sürdürmeyi hedefliyor. İçeride de, olası demokratik muhalefet blokunun kilit taşı olarak gördüğü HDP’yi tasfiye için partiyi sürekli olarak “terörizmle iltisak” baskısı altında tutmak; Avrupa Konseyi ve Avrupa Birliği’nin sağcı ve merkezci güçlerine yönelik dış politika argümanı olarak “HDP’nin terörle mesafesizliği” anlatısını ihya ederek Avrupa’yı buradan sıkıştırmak peşinde. Erdoğan’ın “Başdanışman”ı Mehmet Uçum’un hafta başında Hürriyet’e verdiği “hukuk reformu” söyleşisi bu konuda kuşkuya yer bırakmıyor. Lafa “Avrupa’yla aramızdaki eski ve eskimiş hukuk yeniden yapılanan ilişkilerimize yetmiyor. Elbette batıdan, AB’den vazgeçecek değiliz” diye başlayan “Başdanışman”, sonunda el yükseltiyor; lafı, değişmesi gerekeninin Türkiye değil Avrupa olduğuna getiriyor “Bizi eski kodlar, eski hukuk üzerinden terbiye etme yaklaşımıyla gelirlerse bunu kabul etmemiz mümkün değil. Demek ki Avrupa Konseyi hukukunda da birtakım değişikliklere ihtiyacımız olacak,” Anlıyoruz ki, “hukuk reformu”, rejimin HDP’yle ilgili planlarının AİHM’den dönmemesi için Avrupa’ya lazım “Asıl sorun” diyor Uçum, “Türkiye’de anlamlı denebilecek kitle desteğine sahip bir siyasi çevrenin yüzde yüz terör vesayeti altında olması ve buna direnmemesidir. Türkiye’de aslında tasfiye edilmesi gereken son vesayet terör vesayetidir.” Rejimin önceliği değişmiyor; iktidarını baskılayan iç dinamiği dış dinamikten kopartmak ve içeride muhalefetin sağlam bir blok oluşturmasını önlemek. Rejim boşluğa düşmemek için Avrupa’ya yönelirken muhalefetin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi AİHS ekseninde geniş bir demokratik ittifaka yönelişini de hem meşrulaştırıyor hem şart koşuyor. Muhalefet, kararlı bir demokratizm ile HDP’ye dayatılan rejim ambargosunu kırabildiği takdirde, toplumsal ve demokratik dinamikler arasında muazzam bir sinerji doğurarak cumhuriyet tarihinin en kapsayıcı ve kurucu demokratik hareketine vücut verebilir. Her şerde bir hayır vardır!
Değerli okuyucularım! Bu gün yine bir hikayemiz var, umarım zevkle okursunuz. Zamanın birinde uçsuz bucaksız, çok geniş topraklara sahip bir ülkenin, çok çok güçlü bir padişahı varmış. Padişahın toprakları; alabildiğine ormanlar, ovalar, çayırlar, dağlar bayırlar, nehirler, göller ve çöllerle kaplıymış. Ülkenin ormanlarında çam ve diğer ağaç türleri ve her türlü av hayvanı, göl ve nehirlerinde bol ve çeşitli balık bulunur, ovalarında her türlü hububat yetişir, çöllerinde safariler düzenlenirmiş. Padişahın görkemli sarayında; eşleri, çocukları, uşakları, hizmetçileri, korumaları, danışmanları yakın akraba ve arkadaşları yaşarmış. Padişahın danışmanlarından birisi, hem de av arkadaşıymış. Ava çok düşkün olan padişah, her yıl düzenli olarak, yaz ve kış mevsimlerinde, yanında yakın dost ve arkadaşları olduğu halde, çok kalabalık bir gurupla sürek avına çıkarmış. Padişah; yanında özel danışmanı ve av arkadaşı olmadan ava çıkmazmış. Adı, Hayrullah olan bu zata padişahın, özel güveni ve itimadı varmış. Hayrullah Efendi yanında olunca Padişah, kendisini daha bir rahat ve güvende hissedermiş. Avda da yanından ayırmaz, gözünden uzak tutmazmış. Hayrullah Efendi; büyük alimlerin okutup yetiştirdiği, ehli iman, ibadet ve itaatlı kulluğu, işindeki beceri ve tecrübesi ile de kendisini çevresine sevdirip saydıran, vakur bir kişiliğe sahipmiş. Ağır başlı ve ketum birisiymiş. Padişah her konuda danışmanlarına sorduğu konuları, Hayrullah Efendi ile de istişare etmeden uygulamaya koymazmış. Çünkü Hayrullah Efendi her şeyden önce tecrübeli bir istihbaratçıymış. Padişah da, onu bu özelliklerinden dolayı istihbarat işlerinin başına getirmiş imiş. Yine bir av macerasında; ormanlara dalmışlar, av sevdası ile günlerce ormanlarda kalmışlar, çeşitli hayvanlardan oluşan bir çok av avlanmış. Av esnasında zaman zaman mola verilir, yenip içilir, oturup istirahat edilirmiş. Mola yerlerinde; önce padişahın çadırı kurulur, onun en az evinde olduğu kadar rahat etmesi için her şey yapılırmış, bu işler için ava götürülen görevliler tarafından. Burada hemen av hayvanlarının etlerinden hazırlanan yiyeceklerden yenilir, dağların derinliklerinden fışkıran soğuk sulardan içilirmiş. Bir mola yerinden kalkılıp, yine av peşine düşülmüş, saatlerce av peşinde koşulmuş, dağlar aşılmış, dereler geçilmiş, daha önce hiç gidip görülmemiş, yolu izi bilinmeyen yerlere gelinmiş. Herkesin biz neredeyiz, nerelere geldik böyle diye düşünüp tasalandığı bir sırada, yolsuz izsiz, yalçın kayalıklardan geçerken, padişahın atının ayağı kayarak uçuruma yuvarlanmış. Allah’tan ki, uçurum fazla derin değilmiş. Başta Hayrullah olmak üzere herkes oraya koşmuş, Padişahın başına toplanmış, padişah ve atı kaldırılmış, hayvana bir şey olmamış, amma, padişahın elinin üzerine düşen bir kaya, parmaklarının ezilmesine sebep olmuş. Sarayın hekimi işe müdahale etmiş, tamamen ezilip kopan bir parmağı kesmiş, diğerlerini dikmiş, sarıp sarmalamış, padişahın kolunu boynuna asmış. Bütün bunlar mola yerlerinde kurulduğu gibi, burada da kurulan çadırın içinde olmuş. Herkes padişaha geçmiş olsun derken, Hayrullah Efendi de; “Padişahım! Çok üzüldük, geçmiş olsun, Allah sizi başımızdan eksik etmesin, yine ucuz atlattınız, ne olacak var varası bir parmak değil mi? Her şeyde bir hayır vardır’ derler, muhakkak ki, bunda da bir hayır vardır” diye padişahın gönlünü almak istemiş. Hayrullah’ın bu sözleri üzerine, zaten morali bozuk olan Padişah, aniden hiddetlenerek, “Ne demek yani, ölsek miydi? Bunun hayır neresinde, benim bir parmağım koptu, görmüyor musun? Sen neyin hayrından bahsediyorsun be adam, yoksa sen benim ölümümü mü istiyorsun?” diyerek, zabitlerine; “ Tutuklayın bu adamı, şehre götürüp atın zindana da, aklı başın gelsin” demiş. Şehre gelmişler, padişah köşküne çıkmış, herkes evine işine dönmüş, Padişahın gözdesi Hayrullah Efendi de, hapsi boylamış. Aradan bir sene kadar geçmiş, Padişah yine kalabalık bir gurupla, kış sürek avına çıkmış. Nice dağlar dereler, çayırlar bayırlar, ovalar çayırlar ve nehirler geçilmiş, derken karlarından atların dahi zor yürüye bildiği, yaban yerlere gelinmiş. Yol bulup yürüyememiş, düz bulup çadır kuramamışlar. Derken karanlık olup bir birlerini göremez olmuşlar. Padişah ve yanında ki sekiz on kişi, karanlıkta şuursuzca sabaha kadar yol almış, hava aydınlanınca kendilerini hiç görmedikleri ve bilmedikleri bir yerde bulmuşlar. Burası insan yiyen yamyamların ülkesine yakın bir yermiş. Nihayet yamyamlar bunarlı yakalamışlar. Yamyamların adetlerine göre, organı eksik olan insanlar yenmezmiş. Padişahı bir parmağı olmadığı için, yanındakilerden birisini de bir gözü kör olduğu için orada bırakmış, diğerlerini götürerek bağırta bağırta yemişler. Yamyamlar arkadaşlarını yerken, Padişah ve tek gözlü arkadaşı atlarına atlayıp oradan uzaklaşmışlar. Dört nala sürdükleri atları ile memleketleri istikametinde, gün boyu ormanlar içinde dolaşa dolaşa yol aldıktan sonra, akşam üzeri gece karanlığında, bilmeden ayrılmak zorunda aldıkları bir gurup arkadaşlarıyla buluşmuşlar. Padişahı görenler, hemen onun etrafında toplanmış, mola çadırları kurulmuş, padişah adamlarına, başlarından geçenleri bir bir anlatmış. Oradakiler, Padişahın kurtulduğuna sevinmiş geçmiş olsun demiş, yamyamların yediği arkadaşlarına da üzülüp ağlaşmışlar. O geceyi istirahat çadırında geçiren Padişah sabaha; yorgunluğu üzerinden atmış, kaybettiği insanlar için üzgün, fakat kendisi hayatta olduğu için sevinçli olarak uyanmış. Felaketlerden uzak, aklı selimi ile düşünmeye başlamış, başından geçenleri. İçinden; “ Ben şu anda hayatta isem, sebebi önce kaybettiğim bir parmağımdır. Gerçek şu ki, parmağım sağlam olsaydı, şimdi benim vücudum da, yamyamların midesinde olacaktı. Halbuki bu parmağı kaybettiğim zaman bana; “Padişahım; Her şeyde bir hayır vardır’ derler. Vardır elbet bunda da bir hayır diyen, has adamım Hayrullah’ı, ben bir yıldır ceza evinde çürütüyorum, hemen O nu oradan çıkartıp, özür dilemeliyim” demiş. Ceza evi müdürü ve çalışanları, Padişahın ceza evine geleceğini duyup, hummalı bir çalışma içine girmiş, her tarafı temizlemiş, düzenlemiş, pırıl pırıl, yağ döksen yalanır hale getirmişler. Nihayet Padişahın güzel atların koşulu olduğu arabası görünmüş, Padişah ceza evinde törenle karşılanmış. Padişah Müdürün odasına girmeden doğruca, has adamı Hayrullah’ın tek başına kaldığı koğuşa yönelmiş. “Şimdiye kadar semtine bile uğramayan Padişah’ın ceza evinde ne işi var? Yoksa zamanla parmaksız hali ve benim sözlerim, içine koydu da, beni mi öldürtmeye geliyor? Ne vardı yani, dilimi tutsaydım da, başıma bunlar gelmeseydi. Söz gümüşse sükut altındır’, İnsanı vezir eden de dilidir, rezil eden de dilidir’ ata sözleri boşuna mı söylenmiş sanki? Ne yapalım, başa gelen çekilir?” demiş. Padişah koğuşun kapısına gelmeden kapı açılmış, Hayrullah ayağa kalkarak, biraz da korkarak Padişah’a doğru ilerlerken, Padişah, ani bir hareketle, ilerleyip Hayrullah’ın elini tutmuş, halini hatırını sormuş. “Meğer sen haklıymışsın, dediğin gibi, her şeyde bir hayır varmış” demiş. Başından geçenleri, birlikte yürüyerek gittikleri müdürün odasında Hayrullah’a anlatmış. Sonunda; “ Evet Hayrullah kardeşim! Ben de anladım ki,’her şeyde bir hayır varmış’ eğer benim bu parmağım sağlam olsaydı, ben şimdi burada olmayacaktım, beni de yamyamlar arkadaşımla birlikte yiyeceklerdi. Bir gerçek var ki beni, evvel Allah sonra, olmayan eksik parmağım, bu kötü sondan kurtardı.” demiş. Bu heyecanla Hayrullah’ın boynuna sarılan Padişah; “ Bir yıldır bir hiç uğruna, boştan yere seni ceza evinde yatırdım, senden özür dilerim, bir yıllık ömrünü geri vermem mümkün değil, beni affet” demiş. Hayrullah; İçinden damdan çıkıp, eşine ve çocuklarına kavuşacağını düşünmenin sevinci ile “Padişahım! Evet, ben bir yıldır suçsuz olduğum halde, evimden, eşimden, işimden ve çocuklarımdan mahrum, müsait olmayan şartlar içinde, ceza evinde kaldım. Yani ömrümün bir yılı, iyi niyetle fakat zamansız söylediğim bir Atasözü’ yüzünden zindanda geçti, geçen yıllar geri gelmez, fakat ben yine inanıyorum ki, Her şeyde bir hayır vardır’, benim başıma gelen bu işte de, bir hayır vardır.” demiş. Hayrullah’ı sessiz ve sükunet içinde dikkatle dinleyen Padişah; “İyi de Hayrullah! gerçek olan, senin ömrünün bir yılının ceza evinde geçmiş olmasıdır. Bunun neresinde hayır vardır, nesinde hayır olacaktır” demiş. Bunun üzerine Hayrullah; “Padişahım! Eğer ben ceza evinde olmasaydım, sizinle ava gelirdim, yanınızda olurdum, yamyamlar, arkadaşlarınızı yediği gibi, sağlam olduğum için, beni de yerlerdi. Eğer ben şu anda burada bulunuyorsam, yani hayattaysam bunu, evvel Allah sonra, ceza evinde olmama, bu yüzden avda sizin yanınızda olmayışıma borçlu değil miyim? O halde benim ceza evinde olmamda da bir hayır varmış değil mi?” demiş. Padişah haklısın Hayrullah, “Her işte bir hayır vardır.” demiş. Bizim hikayemiz de burada bitmiş Evet öyle işler vardır ki, biz hayır gibi görürüz şer olur, öyle işler de vardır ki biz şer gibi görürüz amma hayır oluverir. Nitekim yüce Allah, “Sizin için daha hayırlı olduğu halde, bir şeyi sevmemeniz mümkündür. Sizin için daha kötü olduğu halde bir şeyi sevmeniz de mümkündür. Allah bilir, siz bilemezsiniz” buyurmaktadır. 2/216 Peygamber Efendimiz de, “Bir takım şerlerin içinde küçük de olsa hayır vardır” buyurmuştur, hadislerinde. Müslim İzmir’den selam, saygı ve dua ile. D. Kaplan’ın İbretli fıkralar ve hikayeler’ isimli kitabından
her şerde bir hayır vardır hikayesi