🧧 Hersey Cok Guzel Olacak Yazilari
“Herşey çok güzel olacak!” Biraz nefes alarak, bir parça tebessümle kaynaşarak, bir tutam umudla yeniden doğarak, bir lahza sakinleşip birbirimizi anlayarak ve en önemlisi “biz” olduğumuzun farkına vararak yeni bir dirilişi müjdeler gibi geliyor kulağa.
Herseycok güzel olacak - Alles wird gut! KINOSTART: 23.05.2002 • Komödie • Türkei, Ungarn (1998) Lesermeinung
Profilimintamamını görüntüle. hersey çok güzel olacak. Seyahat teması.
Bu dortlunun onunde de Tello olacak. Delgado, Bobo ve Holosko'nun bu macta yine beraber oynayacaklarini dusunuyorum. Yalniz Nobre yerine Serdar Ozkan tercih edilebilir. Ilk 11'de sahaya cikacak son futbolcunun ise son haftalarda sonradan oyuna girip guzel isler yaptigina tanik oldugumuz Aydin olacagini tahmin ediyorum.
Listento music from her sey cok guzel olacak like Cizgilere Baksana, Benim Hala Umudum Var & more. Find the latest tracks, albums, and images from her sey cok guzel olacak.
Hersey Cok Guzel Olacak.. Hergun is gorusmesi koparacagim diye internetten telefondan tanidigin tanimadigin herkesi taciz et, dizi seyret, film seyret, sevgilinin gonlunu hos tutmaya calis baktim olmuyor. Is koparmak bu memlekette dusundugumden daha zormus (bu konu muhim, anlaticam), filmler diziler de bir yerde bitiyor, sevgilimde zaten duz
Ouçamúsicas de Hersey Çok Güzel Olacak Film. Encontre as últimas faixas, álbuns e imagens de Hersey Çok Güzel Olacak Film.
CA0wvy. HERŞEY ÇOK GÜZEL OLACAK +12 vermişti hakem bittiği ve çok kritik bir viraj mucizevi bir şekilde dönüldükten sonra, önce derin bir nefes aldım, bir de sigara yakıp kendi kendime “yok babacım yok, bu kalp artık bu heyecanı kaldırmıyor” dedim. Öyle bir maçtı Rizespor deplasman karşılaşması. Herşeyiyle kaçan penaltı, kırmızı kart, direklerden dönen toplar, Emre Akbaba’nın kırılan ayağı, mucizevi geri dönüş, atma kavgası ..Yani aksiyon, gerilim, dram, sevinç..BABAM ve OĞLUM’la Steven Seagal karışımı film gibi maç… Hafta boyunca, siyaset ve İstanbul’daki seçimlerle kilitlenince herkes ve tüm Türkiye, açıkçası şampiyonluk virajı maçlarının pekte havasını soluyamadık. Taa ki bugün uyanıp ta, bu sezon ilk kez maçımız olduğunu kavrayana kadar. Fatih hoca buradan alınacak 3 puanla haftaya 2 final Akhisar Bld/Başakşehir..yani hasat zamanı hedefleyen bir 11’le sahaya 9 dakikada, tartışmasız bu ligin en klas yabancısı Feghouli,yle enfes bir golle 1-0’i da buldu hafta önce Beşiktaş’tan 7 yiyen Rize’nin gardının düşeceğini düşünüyordum hatta tartışmalı bir penaltıyla bu şansta Diagne ile kaçtı, cansiperane bir Rize çıktı ortaya. Hafta boyu, Abdurrahim Albayrak ve Okan Buruk üzerinden senaryolar üretenlerin bile yüzleri kıpkırmızı olmuştur. Vedat Muric’in “ayıpladığım ” dil dışarda”gol sevinciyle devre 1-1 bitti. Takım olarak Muslera, Feghouli ve Fernando dışında herkeste garip bir tutukluk vardı ilk yarıda. Stres ten olsa gerek, da pek iyi başlamadık. Sonrası Donk’un yerine oyuna giren Emre’nin yürekleri dağlayan sakatlanma ani, herkesin çöküşü.. Ve ne acı bir tesadüftür ki, Rizespor’un hocası Okan Buruk’un da bu kaderi bir Trabzonspor kupa maçında yaşaması. Bu akşam maç sonu TV’de sallayan eski hakemlerden birinin de ne acıdır ki o maçın hakemi olması ve sadece sarı kart göstermesi.. Vay canına nasıl kırmızı verilirmiş. Sonrası yaşanan kısmi şoka, bir de Aminu golü. İşlerin tamamen bo.. sarmaya başladığı, filmin gerilim dolu dakikaları. Hayretler içerisinde Muğdat ve Sinan hamlesi. Terim de dengeyi kaçırmışken,’şu an tüm Türkiye de “Asrın rezaleti, hakemliğin 11 Eylül’ü denen penaltı pozisyonu. Kulübe Sinan atacak derken, Diagne nin aldığı korkunç risk. Biz de adrenalin tavan. Ve 2-2..Sonrası ise filmin mutlu sonu . 10 milyon Euro verdik ne iş yaptı denen Diagne’nin enfes golü ve Rizespor 2 3.. Başta Semih olmak üzere yedek kulübesinde büyük coşku ve kalan 1 maç.. Şayet haftaya pazar günü yani 19 Mayıs bayramının kazanılacak bir Başakşehir maçıyla Hakem Serkan Çınar’a gelince.. Herhalde uzun yıllar Vahap Beyaz, Ahmet Çakar bestelerini dile dolayanlara yeni bir masal kahramanı. Ama her infazında sus pus olan, Palabıyık’ları, Aydınus’ları, Göcek’leri görmek istemeyenlere, Ümit Öztürk’ten sonra Çok ama çok yazık . Yazarın diğer yazıları için tıklayın mail
Çok sevdik bu cümleyi… O gencecik delikanlının geleceğe kaygılarla bakan o güzelim çocuğun otobüsün içine haykırdığı bu cümle hem bir temenni, hem yüreklendirme cümlesiydi… Ama en önemlisi dildeki sıkıntıya bambaşka bir kapı açılmasına vesile oldu… Herşey dilde başlıyor… Konuştuklarımızın, kelimelerin, yazıların ve söylemlerin tutsağı oluyoruz belki de. Zaman zaman gençlere sosyal medya ile nasıl başa çıkacaklarını anlatıyorum. Ve orada da en çok bunun üzerinde duruyorum. Medya başına sosyal gelmeden öncede toplumları idare etme ve yönlendirmenin en etkin yoluydu… Ve tarih bunun üstatları tarafından yönlendirilmiştir demek yanlış olmaz… Dr. Paul Joseph Goebbels, felsefe eğitimi almış bir kişidir. 1933 ve 1945 yılları arasında Hitler döneminde “Halkı Aydınlatma ve Propaganda Bakanı” olarak görev yapmıştır. Bazılarına göre Hitler’in sağ kolu olarak çalışmıştır. Tanıtım ve propaganda işlerini yürütürken, dönemin medya unsurlarını kontrol etmiştir. Bana göre ise Hitler onun programının bir parçası olarak çalışmıştır. Her iki durumda da Dünya ve kötülük kelimelerinin buluşma noktasıdır Goebbels’ in propaganda ilkeleri… Derki; “BASIN, İKTİDARIN KULLANDIĞI DEV BİR KLAVYEDİR!” Ve yine derki; “Prestij ve karizma sahibi lider, propaganda işini çok kolaylaştırır. İlk sözü kim ne kadar güçlü ve bağırarak söylerse, o kazanır. Önemli olan aydınlar değil kitlelerdir. Çünkü onları kandırmak çok kolaydır.” Aydınlar için sakin bir lider önemliyken kitleler için sesini yükselten bir lider daha etkili bir silahtır. Ama Goebbels bile liderlik özelliğine “prestij’i” eklemiştir. Kitleler üzerinde inandırıcılık ve prestijini kaybeden lider geri sayıma geçmiş olandır. Güçlü ve bağırarak çıkan o ses ne vakit kontrolü kaybederek ağzından tükürükler saçmaya başlarsa o tarihten itibaren etkisi önce korku, sonra panik ile yer değiştirir. Alman halkının ”Tanrının Elçisi, Büyük Lider, Büyük Başkan, Büyük Kurtarıcı” gibi sloganlarla yere göğe sığdıramadığı ADOLF HİTLER sadece çevresindeki silahlı koruma ordusuna güvenen, söylediği her şey yalan olan, korkak basit bir ruh hastasından başka bir şey değildi. Ama Goebbels’ in propaganda paketi bu insanı Dünya’ya üstün vasıflı bir lider olarak tanıtmıştı… Neydi o propagandanın prensipleri bir bakalım mı? – Yalan söyleyin mutlaka inanan çıkacaktır. Olmazsa yalana devam edin. Bir şeyi ne kadar uzun süre tekrarlarsanız, insanlar ona o kadar fazla inanırlar. – Bir insana yalan olsa bile bir söylemi sürekli tekrarlarsanız, o söylemin nereden geldiğini unutur ve kendi fikri gibi benimser ve savunur. – Söylediğiniz yalan ne kadar büyük olursa o kadar etkili olur ve insanların o yalana inanması da o kadar kolaylaşır. – Halkı her zaman ateşleyin, asla soğumasına ve düşünmesine izin vermeyin. – Halk büyük yalanlara, küçük yalanlara göre daha çabuk inanır. – Hatalı olduğunuzu ya da yanlış yaptığınızı asla kabul etmeyin. – Asla rakibinizin üstün bir yanı olduğunu kabul etmeyin. – Asla kendinizden başka birine hareket alanı bırakmayın. – Asla kabahat ve suç üstlenmeyin. – Sadece bir rakibinize odaklanın ve kötü giden her şeyin suçunu onun üzerine yıkın. – Yargı devlet hayatının efendisi değil, devlet politikasının hizmetkârı olmalıdır. – Bana vicdansız bir medya verin, size bilinçsiz bir halk sunayım. – Her zaman etrafınızda bir yalaka ordusu bulundurun. Ve derki Goebbels; “Bana sadece vicdansız bir medya ve karizmatik bir lider verin, size bilinçsiz bir halk ve girdiği her seçimi kazanan bir parti sunayım.” İletişim eğitimi almış ve üstüne de felsefe eğitimi alan biri olarak sadece şunu söyleyebilirim. Bu çok başarılı propagandanın tek hatalı yanı “KİBİR” dir. Kitleleri tümden etki altına alınabilir, kolayca kandırılabilir olarak gören bu zihniyetin açık verdiği nokta bir gün birilerinin uyanmaya başlamasıdır. Baskının arttığı ortamlarda uyanışı hızlandırırsınız… Ve kırılma noktası da işte tam burasıdır. Gerilim artıkça karşı direnç artar… Ve hak, hukuk, adalet, insani duygular hepsi bu dikta düzenine ayakbağı olmaya başlar… Yetki ve etkiyi elde tutmak için acımasızlaşıldıkça, hala düşünebilen ve vicdanı olan yandaşlar yavaş yavaş gemiyi terk ederler ve yerlerine daha iyi ve yetkin insanlar varken kendini gösteremeyen, yer bulamayan aciz, etkisiz ve o mevkilerde olmak için herşeyi yapabilecek kalitede ya da kalitesizlikte insanlar gelir… Bu da hataların hızla büyümesine, baskının giderek artmasına neden olur… İnandırıcılık ve güven bir kez kaybedilir çünkü… Gerisi teferruattır… Ve tüm olumsuz düşünce, kelime ve tavırlardan usanan ve sizin elinizde sandığınız o kitle yavaş yavaş yüzünü güneşe döner… Çünkü insanın en önemli ihtiyacı “MUTLU OLMAK” tır… Sonu başından belli bir yolda yürürken asıl olan, yolu yürürken mutlu, umutlu, tok ve sağlıklı olmaktır. Bugün o cümleyi bu derece değerli yapan yıllardır gerginlikten, mutsuzluktan, bağırtılardan, kavgalardan, maddi ve manevi güvensizlik duygusundan yorulan halktır. Alttan alta “bir söz sanki yeterli mi?”, “her şey zor olacak” gibi insanların içindeki umudu yok etmeye çalışan cümlelerle kötülük istediğini elde etmeye çalışıyor olsa da… O kelimeler çok önemlidir… herşeyçokgüzelolacak Aynı gençliğine, kadınına, köylüsüne güvenen Atam’ın o günün koşullarında şartları bildiği halde söylediği cümleler gibi… Kabul edelim o gün bu güven duygusu bu ülkeyi işgalden kurtarmıştır. Ve elbette sinsi kötülüğü yok edememiştir. Çünkü kötülük kötülükle teşvik edilir, iyiliğin teşvik primi ise yüreklendirmektir. Son olarak bu ülkenin ihtiyacı olan “demokrasi”dir. Adaletin olmadığı, hukukun işlemediği yerde demokrasi yanlızca hayaldir. Ve demokrasi son 20-25 yıldan çok önce kaybedilmeye başlanmıştır. Bugün içinde bulunulan durum maalesef bu durumun sonucudur… Aslında belki de bugünün demokrasilerinde “oyu verme, sonra koyuverme iktidarı kendi haline bırakma” dönemi kapanmalıdır. Sivil toplum örgütlenmeli, örgütler hem denetim yapmalı hem de belli bir düzen ve sınırlar içinde yönetime katılmalıdırlar… Geniş kapsamlı demokrasi tanımında beş bileşen önemlidir temsili hükümet; temel haklar; denge ve denetleme; kamu idaresinin tarafsızlığı; katılım… Otoriterleşme ya da diktatörlük ise bir ülkede demokrasiyi ayakta tutan kurumların bulunmaması ya da siyasi iktidar tarafından tahrip edilmesi anlamına gelir… Burada yazıyı açığa bırakmak lazım belki de… Kibir ve kötülüğün kazanmadığı bir Dünya, bir Türkiye diliyorum…
Ünlü komedyen ve film yapımcısı Cem Yılmaz, 1998 yılında çekilen Herşey Çok Güzel Olacak’ adlı filminin 20. yılı için 40 dakikalık özel bir film düşündüğünü twitter’daki hesabından verdiği mesajda Mazhar Alanson’u da etiketledi. Continue Reading
Haberler > Her Şey Güzel Olacak mı? - 1432 Bu aralar biraz yıkıksın, biliyorum ama unutma, her gökkuşağının biraz yağmura ihtiyacı vardır! 1. Öncelikle cinsiyetini öğrenmek istiyoruz! 2. Bir de yaşını söyle hadi! 3. Hayatta en önem verdiğin şey nedir? 4. Peki sosyal biri misin? 5. Hayatındaki en önemli kişi/kişiler kimdir? 6. Tam şu an, hangi haberi almak seni yıkardı? 7. Peki çevrendeki insanların çoğunluğunu kimler oluşturuyor? 8. Hayattaki en büyük pişmanlığını sorsak? 9. Sence seni nasıl bir gelecek bekliyor? 10. Hayatında bir şeyler kötü gittiğinde ne yaparsın? 11. Son olarak "Hayatını özetleyen bir cümle seç" desek... Güzel günler yakında! Kafana bir sürü şey takıyorsun ama sanki biraz önemsiz şeyleri takıyorsun gibi geldi bana... Çünkü gözlerini iyice açıp baktığında sen de göreceksin ki, bunlar hep geçici şeyler. Sadece şu an için elinden geleni ardına koymaman ve belli fedakarlıklar etmen gerekiyor ki, bu sıkıntılı günler hemen arkada kalsın. Bol şans! Biraz burnun sürtecek, ama hak ettiğin mutluluk sonunda senin olacak! Dost acı söylermiş, sen biraz zor öğrenen tiplerdensin gibi geldi bana. Kafana taktığın şeyler küçük değil, doğru. Ama seni ne kadar etkileyeceklerine karar vermek sadece ve sadece senin elinde! Lütfen kendi değerinin ve hayallerinin farkına var, hiçbir şeyin seni gereğinden fazla etkilemesine izin verme... Ders çıkarmayı başarırsan, hayat seni ödüllendirecektir! Böyle giderse daha çok üzülürsün! ☹️ Ah canım ah! Senin için şişmiş! Hayat seni almış, yerden yere vurmuş ama kabul etmelisin ki yaşananlar biraz da senin suçun olmuş... Sanki biraz oturup düşünmen gerekiyor gibi, sence de öyle değil mi? Dost acı söylermiş. Bence değerlerini ve isteklerini gözden geçirip, neye önem verdiğin konusunda biraz daha dikkatli davranmaya başlarsan, hayat seni gülen bir yüzle karşılayacak ama çabalaman gerekiyor. Hemde bolca! Yoksa daha çoook üzülürsün... Kaderin böyleymiş! Hayat seni yerden yere vurmuş, sen de birazcık diğer yanağını dönmüşsün... Az çekmemişsin, doğru. Ama biraz da senin izin vermenle olmuş sanki tüm bunlar... Seni iyice karamsarlığa sürüklemek istemiyorum ve sadece şunu söylüyorum Kaderine boyun eğme! Hayat karşına büyük şeyler çıkarmış olabilir fakat onların altında ezilmemek senin elinde. Lütfen kendi gücünün ve değerinin farkına var, ayağa kalk ve gitmek istediğin yola doğru emin adımlarla ilerle... Kendi içinde gücü bulduğun zaman, hiçbir dert seni yıkamayacak!
4+4+4 eğitim sisteminin aksaklıkları yeni yeni anlaşılmaya başlandı. Kâğıt üzerinde sorunsuz görünen yeni sistemin, zaman geçtikçe çeşitli sıkıntılar içerdiği ortaya çıkmaya başladı. Her ne kadar eğitim sendikaları ve bilimsel kurullar tarafından sistemin eksikleri ve sorunlu yönleri dile getirilmiş olsa da, bakanlığın sert tutumu bu uyarıların dikkate alınmamasına neden oldu. Hatta aşırı bir kararlılık gösteren Bakanlık, 4+4+4 sistemine karşı olanları marjinal, kötü niyetli ve PKK’lı olmakla eleştirdi. TAKKE DÜŞTÜ, KEL GÖRÜNDÜ Çeşitli kişisel sebeplerle 4+4+4ü savunanlar şimdi sorunlar karşısında en çok yakınan kişiler haline geldi. Sendika tarafından ele alırsak Eğitim Bir Sen “4+4+4 bizim projemiz, bu projeyle gurur duyuyoruz, projenin sonuna kadar arkasındayız” derken, gelinen son noktada “proje çok kötü uygulandı, mağduriyetlerin kaynağı oldu, biz böyle planlamamıştık” demeye başladı. Veliler hükümete duyduğu güven ve “Başbakan bizi mağdur etmez” anlayışıyla sonuna kadar 4+4+4’ü savundu, işleyişin anlatılanlar kadar sorunsuz olmadığını “canı yanınca” gördü. Okul müdürleri, bakanın “4+4+4’te sorun yaşatanlarla yolumuzu ayırırız” tehdidinden dolayı sesini çıkaramadı. Öğretmenler “elle gelen düğün bayram” anlayışıyla boynunu büktü. 4+4+4 SORUN YUMAĞI OLDU İlk sorun “cefakar” öğretmenlerin norm fazlası olmasıyla kendini gösterdi. Öğretmenler gördü ki “4+4+4 can yakacak!” Müdürler kendilerinden istenen fiziki şartlar, ödeneksizlik ve imkansızlıklar karşısında çırpınmaya başladı. Bir yandan “veliden para alanı yakarım” söylemi, soruşturma ve cezalar, diğer yandan hazırlıksız bir şekilde açılan okullar. Okul eksikleri için öğrenci başına istenen “bağışlar!”, aidatlar, okul aile birliği hesapları… Veliler gerçeklerin farkına biraz daha geç vardı. Bir çok veli okulöncesi eğitim almamış 60 aylık çocuğunun kolundan tutup okulun yolunu tuttu. Balık istifi sınıflar, kalorifer dairelerinden dönüşen derslikler, prefabrik okullar karşısında kimse şaşkınlığını gizleyemedi. Fiziki eksikliklerden yakınan veliler küçük öğrencilerin kendinden büyük sıra arkadaşına “abi-abla” diye seslenmesiyle de işin eğitimsel boyutunu fark etti. Başta fark edilmese de zamanla öğrenciler arasında oluşan gelişim farklılıklarını giderme çabası da yine öğretmene kaldı. Kış şartlarının da etkisiyle gece karanlığında okuldan çıkan öğrenciler yatma vaktinde eve ulaşabildi ve bir neslin her yönden tükenişine şahit olunmaya başlandı. Alan değişikliği, okul dönüşümleri, tel örgüyle ayrılan bahçeler, bir yandan fazla olan ama öte yandan yetirilemeyen öğretmenler… HERŞEY ÇOK GÜZEL OLACAKTI Şimdi hem öğretmenler, hem idareciler hem de veliler kendi kendine soruyor; “hani herşey çok güzel olacaktı?” Fakat kimse hâlâ yüksek sesle soramıyor… Soranlar mı? Şimdi soruşturmalarla, davalarla uğraşıyorlar… “Biz demiştik” diyorlar… Sanırım sormaya hakkımız var; “hani herşey çok güzel olacaktı?” Continue Reading
hersey cok guzel olacak yazilari