♥️ Cengiz Aytmatov Gün Olur Asra Bedel Uzun Özet

Gün Olur Asra Bedel Kitap Özeti. Kırgız edebiyatının en ünlü yazarlarından birisi olan Cengiz Aytmatov’un en önemli romanlarının başında Gün Olur Asra Bedel romanı gelmektedir. Roman özellikle kahramanların iç dünyaları ve bunların tasviri ile çok ön plana çıkmaktadır. Ogün ‘Asra bedel bir gün’ olur onun için.Sevdikleri kişinin cenazesini Naymanlar’ın kutsal mezarlığına götürdükleri zaman,orada bir uzay üssünün kurulmuş olduğunu görürler ve cenazenin gömülmesine izin verilmez. Gün Olur Asra Bedel Özeti. Yedigey, vefa borcunu ödemek için sevgili arkadaşı Kazgangap’ın cesedini küçük bir cenaze konvoyu ile Ana Beyit’e götürür. Ancak destan kahramanı Nayman Ana’nın mezarının bulunduğu Ana Bayit’te Sovyet yönetimi tarafından bir uzay üssü kurulmuştur. Nayman Ana, mankurt oğlunu kurtarmaya GÜN OLUR ASRA BEDEL ÖZET KİTAP ÖZETİ ROMAN ÖZETİ Romanın Yazarı: Cengiz Aytmatov Romanın Konusu: II.Dünya Savaşı;ından sonra Kazak bozkırlarında bir tren istasyonunda yaşamaya başlayan Yedigey’inburada tanık olduğu olaylar. Romanın Özeti: Romanın vakası Kazak boylarında geçer. Cengiz Aytmatov bu romanında, insanın en zayıf ve en güçlü, en özgür ve en bağımlı, en çok seven ve en kolay vazgeçen yanlarını derin ve çarpıcı bir dille anlatırken tıpkı bir madalyonun diğer yüzünü çevirir gibi içimizdeki “öteki”yi gözler önüne seriyor. Gün Olur Asra Bedel - Cengiz Aytmatov / Ketebe Yayınevi BirCengiz Aytmatov eseri olan Gün Olur Asra Bedel en cazip fiyat ile D&R'de. Keşfetmek için hemen tıklayınız! GünOlur Asra Bedel - Cengiz Aytmatov - Nora Kitap - 9789752473065 - Kitap. Bu Hikaye Senden Uzun Osman . Aylin Balboa. İletişim. Site Fiyatı: 34,00 TL. ezwt. Luzumlar Kitaplar Kitap Özetleri YazarMesajAdminAdminMesaj Sayısı 21Kayıt tarihi 14/01/14Konu Gün Olur Asra Bedel kitap özeti , Cengiz Aytmatov Perş. Ocak 16, 2014 848 am Gün Olur Asra Bedel, Cengiz AytmatovGün Olur Asra Bedel, Cengiz Aytmatov, 2005, İstanbul“Gün Olur Asra Bedel” adlı eserde Türkistan'ın Kazak bölgesindeki 8 hanelik bir tren yolu bakım istasyonunda yaşayan Aral bölgesi Kazak Türklerinden Kazangap adlı yaşlı işçinin ölümü ve vasiyeti üzerine düzenlenen cenaze törenini anlatan ana eksen etrafında, Türklerin destanî devrine dönüşler ile uzay kolonileri arasındaki ilişkilerin sınırladığı geniş bir açılım sergilenmekte ve tek bir günün anlatıldığı roman böylece ismine uygun olarak 'yüzyıldan uzun bir gün' ün hikâyesi olarak şekillenmektedir. Romanda Türk geleneği temsil eden Kazangap'ın en yakın dostu Yedigey ile Sovyet devrinin yenik insanı Kazangap'ın oğlu Sabitcan arasındaki çelişki ortaya konularak, Türk insanı' ile 'Sovyet insanı' karşılaştırılmakta ve açıkça 'Türk insanı'ndan yana tavır alınmaktadır. Yazar bu trajik karşılaştırmasını sağlam bir zemine oturtabilmek için destanî geleneğe yaslanarak Yedigey'e Nayman Ana Destanı'nı vakası Kazak boylarında geçer. Bir kazak Türkü olan Yedigey’in ekim devriminden sonra sosyal karışıklık ve belirsizlik yüzünden bir yere tutunmak ihtiyacı ile Kumbel istasyonuna tanıştığı Kazangap vesilesiyle Sarı-Özek bozkırlarındaki Boranlı istasyonuna 1944 de savaşta sakatlanınca kızıl saçlı, sevimli ve güler yüzlü doktor ona “Savaş bitmek üzere. Aklına kötü bir şey gelmesin. Bir an önce memleketine dön. Bir yıl içinde eski gücüne kavuşursun.” Gölü kenarındaki Cangeldi’ye geldiğinde dar sokakları, ayağına yapışan çamurları ile Cangeldi’yi hepten ıssızlaşmış bulur. Savaş erkekleri adeta silmiştir. Açlıktan ölmemek için herkes hayvan çiftliklerine dağılmıştır. Balıkçılıkla geçinen köyde Aral’a açılacak erkek onu bekleyen eşini bulan Yedigey işe yaramaz bir durumda olduğunu söylenip durur. Görünüşte sağlam biri olarak görünür. Ama güçsüz beyni zonklayan ayakta zor duran bir hali vardır. Eşi Ukubala’nın yakınları onu bozkıra çağırmışlardır. Şimdilik otlaklarda otlayan hayvanları gözetler. Gururlu bir kişi olan Yedigey ailesine yük olmamak için demir yollarında çalışmaya koyulur. Demir yollarında çalışa çalışa, istasyon istasyon savrula savrula Kumbel istasyonuna gelir. Kumbel demir yollarının kavşak noktasında olan bir istasyondur. Trenlerin kullandığı yakıt burada depo edilir. Yedigey ve eşi Ukubala vagonlardan boşaltılan kömürleri el arabasıyla depoya taşırlar. Bir gün istasyona devesiyle bir Kazak Türkü olan Kazangap gerçekte belirli bir özelliği yoktur, sade bir adamdır; ama hayat çilesi çekerek olgunlaştığı bellidir. Esmerleşen yüzünden ve iri damarlı ellerinden, hep ağır işlerde çalışmış bir bozkır adamı olduğu anlaşılır. Onun gibi dürüst, cesur, bilge bir insanın bu zamanda eşine rastlamak mümkün Yedigey ve karısı Ukubala, kendi köyleri Cangeldi’yi terk ederken, emektar arkadaşı Kazangap’la karşılaştıkları o günün bütün geleceklerini ve hayatlarını etkileyeceğinden habersizdirler...Kazangap, onlara sadece kendisiyle birlikte Boranlı istasyonuna gelmelerini ve çalışmak için oraya yerleşmelerini teklif eder. Aynı gün, Kazangap’la birlikte Sarı Özek bozkırındaki Boranlı istasyonuna hareket ederler; ama sonradan bunun bir talih, bir kader olduğunu şey, bir devenin sırtında Ana Beyit mezarlığına yol alan cenaze konvoyunun en önünde giden Yedigey'in bilincinde oluşur ve gelişir. Sarı Özek'teki istasyondan kutsal mezarlığa giden cenaze konvoyunun başını çeken Yedigey, can dostu Kazgangap'la yaşadıklarını, bu kısa yolculuk sırasında geri dönüşlerle bilinç üstüne çıkarır. Romanın ilerleyen sayfalarında, anlatılanların, bu yolculuk boyunca tahayyül edilenlerin ürünü olduğu ortaya çıkar. Yedigey, koca ömrü, bir güne hatta saatlere sığdırır; geçmişin, şu anın ve geleceğin aynı şey olduğunu, deve sırtındaki bilinç akışlarında yaşar ve anlatılan bir günün hikâyesidir. Ard zamanlı bir anlatım tekniğiyle Yedigey-Kazangap ve Sarı-Özek bozkırlarının hikâyesi 24 saatlik bir süre içinde yüzyılın hikâyesine Kazangap’ın ölümüyle Sarı-Özek’in geçmişini hatırlar. Yedigey arkadaşı Kazangap’ın cenazesini onun vasiyeti üzerine Ana-Beyit mezarlığına gömmek ister. Burası onların atalarının mezarlığıdır. Ancak Kazangap’ın oğlu Sabitcan Ana-Beyit mezarlığının Boranlı’ya uzak mesafede olduğu için “Oraya gitmemize ne gerek var. Hem rahmetli tren düdüklerinin çok severdi. Hemen şuraya gömelim. Tren düdüklerini dinleye dinleye huzur içinde yatsın.”diye karşı Sarı-Özek bozkırlarının tarihiyle anlatılanları iki şekilde anlatabiliriz1. Düne ait; Nayman Ana efsanesi,2. Bugüne ait; Kazangap, Yedigey, Abu Talip Kutlubayev ve 2. Cihan Harbi sırasında yaşadıkları özellikle de Kazangap’ın defin işleriyle ilgili işlemler yapılırken yer yer geriye dönüşlerle dünün bugüne aktarılması dikkatle sunulur. Boranlı istasyonuna gelerek yerleşen Yedigey, inançları için mücadele edecek karakterdedir. Ancak inançları şifahi gelenekten beslendiği için pasif bir mücadelededir. O bu haliyle çalışan, kararlı, biraz da romantik bir Ana destanında Göçebe Türk oymaklarının düşmanı olan Juan juan'lar -Türklerin tarihi düşmanları olarak semboli¬ze edilmektedir- savaşlarda ele geçirdikleri tutsakları ya uzak yerlerde satmakta veya güçlü-kuvvetli olanları ayırarak korkunç işkencelerle "Mankurt”laştırdıktan sonra köle olarak kullandıkları anlatılmaktadır. "...Önce tutsağın kafasını kazırlar, kesilen bir devenin boyun bölgesinden yüzülen bir deri parçası tutsağın kafasına bir başlık gibi geçirilir. Kafasına deri geçirilen tutsak başını yere sürtmesin diye boyuna tahta kalıp takılır, yürek paralayıcı çığlıklarını kimse duymasın diye ıssız bir yere götürülürdü. Kolları, bacakları bağlı tutsak orada güneşin alnacında, aç-susuz birkaç gün kalırdı. Başına deri geçirilenlerden çoğu acıya dayanamayıp ölür, sağ kalanlarsa belleklerini yitirerek geçmişlerini anımsamayan birer "mankurt" -köle- olurlar. Tutsakların ölüm nedeni açlık, susuzluk değildir. Zavallılar başlarına geçirilen taze deve derisinin güneş altında kuruyarak büzülmesi sonucu acıya dayanamadıkları için ölürler. Sımsıkı sarılan deri kurudukça tutsağın kazınmış başını mengene gibi sıkıştırır. Bütün bu acılar sonunda tutsak aklını yitirmeye başlar. Juanjuanlar işkencenin beşinci gününde sağ kalan var mı diye bakmaya gelirler. İşkenceye tutulanlardan biri bile sağ kalsa amaçlarına ulaşmış sayarlar kendilerini... "Mankurt" kim olduğunu, soyunun-sopunun nereden geldiğini, adını, çocukluğunu, anasını-babasını bilmezdi kısacası insan olduğunun bile farkında değildir. Benlik bilincini yitirdiği için efendisine iktisadi açıdan büyük avantajlar sağlar... Herhangi bir köle sahibi için en büyük tehlike, kölesinin başkaldırmasıdır. Her köle fırsat bulunca isyan eder; oysa mankurt köleler arasında kaçmayı, karşı koymayı, başkaldırmayı düşünmeyen, alışılmışın dışında tek varlıktır. Köpeklerin sahiplerini dinlemeleri gibi mankurt ta efendisinin sözünden dışarı çıkmaz. Efendisinden başkasının sözünü dinlemez, bedeninin gereksinmelerinden başkasını düşünmez... En kirli, en ağır işler mankurtlara verilir, sonsuz sabır isteyen bıktırıcı, sıkıcı, sinir törpüleyici işler onlara yaptırılırdı."...s. 151Juan juanlarla girişilen bir savaşta babasını kaybeden ve babasının öcünü almak için Juan juanlara karşı düzenlenen bir akına katılan Nayman Ana'nın oğlu Colaman akından geri dönemez. Cenk meydanında oğlunun cesedini arayan ancak bulamayan Nayman Ana hep oğlunun bir gün çıkıp geleceği ümidiyle gün kervancılardan yakınlarda bir mankurt'un deve güttüğünü işiten Nayman Ana analık sezgisiyle bu mankurtun oğlu olabileceği hissine kapılır. Bu fikrini, hiç kimseye açamayan Nayman Ana, kitaptaki ifadeyle "torkunlarına kızlık akrabalarına uğrayacağını, onlarda bir süre konuk kaldıktan sonra eğer kendisi gibi istekliler çıkarsa Kıpçak ülkesine erenlerden Yesevi Dede'nin türbesine gideceğini" söyleyerek yola çıkar. Nihayet deve güden mankurtu bulan Nayman Ana önsezisinde yanılmamıştır. Bu mankurt onun sevgili oğlu Colaman'dır. "İki gözüm benim!" diye oğluna atılan Nayman Ana oğlunun kendisini tanımaması ve adını "Mankurt" olarak bildirmesi üzerine kahrolur ve şunları söyler "Bir insanın dinden malı-mülkü, tüm zenginliği, gerekiyorsa yaşamı alınabilir. Ama belleğini köreltmeğe, beynini sakatlamaya kim cüret edebilir?" Ağlayarak oğluyla konuşan Nayman Ana sözlerine devam eder "-Senin adın Colaman. İşitiyor musun beni? Colaman senin adın. Babanın adı Dönenbay. Öldü baban. Anımsamıyor musun babanı? Sana ok atmayı o öğretti. Ben senin ananım. Sen de benim oğlum. Göçebe oymaklarındansın sen. Bizim oymağa Naymanlar denir. Sen de Naymansın."Oğluna bu şekilde kim olduğunu, nereden geldiğini anlatmaya, hatırlatmaya çalışan Nayman Ana onun hafızasını tamamen yitirdiğini acıyla fark eder; buna rağmen yine de onu obalarına götürmek ister. Ana yüreği onun bir gün aklının başına geleceğine inandırmıştır. Bu sırada yanlarına yaklaşan efendi Juanjuan, Nayman Ana'yı görür ve kaçan Nayman Ana'nın mankurtuna anlattıklarını öğrenince Colaman'a anasının ona işkence yapmak istediğini ve bu yüzden Nayman Ana'yı öldürmesi gerektiğini söyler. Romanda belirtildiği üzere "..oğlunu alıp götürerek göçebe Naymanlara istilacıların tutsakları nasıl sakatladıklarını, akıldan yoksun bırakarak nasıl alçalttıklarını göstermek isteyen ve böylece onların düşmana diş bileyerek silaha sarılmalarını" sağlamayı düşünen Nayman Ana Juanjuanlar oğlunun yanından ayrılınca tekrar oğlunun yanına döner. Ancak anasının kendisine kötülük yapmak istediği "öğretilen" oğlu, Nayman Ana'sını dinlemez bile! Kitapta bu hazin öykü şöyle bitiriliyor"Nayman Ana son anda oğlunun okunu ona çevirdiğini gördü; deveyi dehleyip ileri fırlamağa fırsat bulamadan kısa bir vınlama duydu, yaydan fırlayan ok sol böğrüne saplandı. Öldürücü bir saplanmaydı bu. Nayman Ana yavaş yavaş aşağı eğildi, yıkılmamak için devesinin boynuna sarıldıysa da yere düşmeye başladı. Fakat ondan önce başından ak yazması kaydı, bir kuş olup havalanırken; "-Adın ne senin? Kimin oğlusun? Anımsa adını! Senin baban Dönenbay! Dönenbay! Dönenbay!" diye çığlık o günden beri Sarı-Özek bozkırında gece¬leri Dönenbay kuşu uçarmıs. Bir yolcuya rastlarsa yanına yaklaşır "Adın ne senin? Kimin oğlusun? Anımsa adını! Senin baban Dönenbay! Dönenbay, Dönenbay, Dönenbay, Dönenbay!" diye bağırırmış...s. 147Aytmatov’un eserlerinde birinci kuşak ve ikinci kuşak arasında değer farkları görülür. Birinci kuşak çalışmayı alın terinin değerini ve atalarından öğrendiklerini milletine ait inançları yaşatmaya çalışır. İkinci kuşak ise Sabitcan’da portatif olarak karşımıza çıkar. Bu kuşağın özellikleri rahat bir yaşam peşinde koşan varlık sebebini kültürel varoluş olarak değil, fiziki varoluş olarak görür. Hayatta kalma kaydıyla efendilerinin emrindedir. Colaman’ın şuurunu kaybettirilerek işkence yoluyla köleleştirilmesi gibi Sabitcan’da okullarda eğitim yoluyla kendi milletinin değerlerine yabancılaştırılan çağdaş bir “mankurt” tur. Yedigey milli ve dini hayata bağlıdır. Arkadaşı Kazangap onun gözünde sıradan bir cenaze değildir. Kazangap Sarı-Özek bozkırlarının ilk sakinlerindendir. Boranlı’da vahşi hayata karşı mücadele edip hayatta kalmayı başarabilen bir irade abidesidir. Ama Kazangap da şifahi bir kültürden yetiştiği için mankurtlaşmasına engel kuşaktan Abu Talip Kutlubayev bir coğrafya öğretmenidir. 1951 yılını sonlarında soğuk bir kış günü Boranlı’ya gelmiştir. Eşi Zarife sınıf öğretmenidir. İkinci Dünya Savaşında cepheye çağırılmış, Almanlara esir düşmüş taş ocaklarında çalışırken bir fırsatını bulup kaçmıştır. 12 arkadaşıyla birlikte Yugoslav partizanlarla, faşist İtalyanlara karşı gösterdiği Adriyatik Denizindeki kahramanlıkları gazeteye yansımış ve nişan almışlardır. Sovyet denetleme heyetinin soruşturmasıyla yurda dönmüş, tekrar coğrafya öğretmenliğine başlamıştır. Derslerinin birinde Avrupa kıtasını anlatırken ders kitaplarından farklı olarak oraların gelişmiş, yeşil ormanlarla, bakımlı çiftliklerle dolu olduğunu anlatırken askere alma merkezinde çalışan birinin oğlu “Siz Sitali’nin emrine rağmen niye kendinizi öldürmediniz de Almanlara esir düştünüz? Siz bir vatan hainisiniz” der. Öğrencilerin çoğu bunun hainlikle ne ilgisi var diye karşı çıksa da sınıf karışmıştır bir kere. 1948’te Yugoslav meselesi çıkınca ilçe merkezine çağırılıp kendi rızasıyla görevinden ayrıldığına dair bir dilekçeyle istifa ettirilir. Kader onları Sarı-Özek bozkırlarındaki Boranlı’ya savurmuştur. Abu Talip Kutlubayev kendi kültürel değerlerinin farkında olan, her türlü hayat şartlarında onu gelecek kuşaklara aktarmakla kendini sorumlu tutan kitabi kültürün temsilcisidir. Kazangap’ın, oğlu Sabitcan’ı şifahi kültürle yetiştirmesine rağmen, Sovyet eğitimin bir mankurt olarak karşısına çıkmasını önleyememiştir. Abu Talip ise Boranlı’nın bütün imkânsızlıklarına rağmen hem kendi çocuklarına hem de Yedigey’in çocuklarına ders vererek Türk tarihinin coğrafyasını anlatır, başından geçenleri yazar. Böylelikle aydın sorumluluğunu yerine getirecektir. 5 Ocak 1953 günü gelen trenle ellerinde siyah çantalı üç kişi iner. 1952 yılının son günü Abu Talip vermiş olduğu şenlikte halk dansları eşliğinde halk türküleri söylediği Nayman Ana ve Dönenbay gibi efsaneler anlattığı için Boranlı halkı Abu Talip hakkında sorgulanır. Abu Talip sorgulanma sonunda alınır, bilinmeyen bir yere götürülür. Gelen bir mektupta Abu Talip’in öldüğü duyulur. Yedigey Zarife ve çocuklarının peşinde pervane olmuştur. Abutalip’in ölümünden sonra Zarife ve çocuklarıyla çok yakından ilgilenir, zamanla bu ilgi Zarife’ye karşı büyük bir aşka dönüşür. İçten içe Zarife’ye karşı bir takım kıpırtıların olduğunu hisseder, kendini suçlamaya başlar. Yedigey Zarife’ye olan aşkını göstermek için Roymalı Ağa ve Begümay aşkını gündeme getirir. Zarife, Yedigey’in onu düşünmekten vazgeçmesini istediği için çocuklarıyla çekip gider. Yedigey uzun süre kendini yatıştırmaya, kaderine razı olup Zarife’yi unutmaya çalışır. Fakat başarılı bu geçmişin gözler önüne serildiği yukarıdaki bölümlerden sonra tekrar cenaze konvoyuna dönen kurguda Kazangap’ın ölümü ile ilgili her şeyin, bütün hazırlıklar onu Naymanlar’ın kutsal mezarlığı olarak kabul edilen Ana-Beyit’e gömmek için yapıldığı hatırlatılır. Ancak konvoydakiler sevdikleri kişinin cenazesini Nayman’ların kutsal mezarlığına götürdükleri zaman, orada bir uzay üssünün kurulmuş olduğunu görürler. Üsse yaklaşan cenaze konvoyunu durduran nöbetçiler, buranın askerî bölge olduğunu söyleyerek cenaze konvoyunun Ana Beyit'e girmesine izin vermek istemezler. Tartışma sürerken Nöbetçi subay gelir. Nöbetçi subay Kırgız kökenli bir delikanlıdır. Kendi halkından bir muhatapla karşılaşan Yedigey sorunu çözeceği inancıyla konuyu açıklamaya başlar. Nöbetçi subayın cevabı çok kısa ve çarpıcıdır"Yoldaş, Rusça konuş" . Yedigey afallayarak niçin Kırgızca konuşmadığını sorar. Kırgız subay görevde olduğunu, görevde iken Kırgızca konuşamayacağı cevabını verir...s. 409Konvoy çaresizlik içinde, kutsal topraklardan uzaklaşır. Yedigey başka bir yerde cenazeyi yaparak gömer; ancak Kırgız geleneklerini, tam olarak bilmeden ve uygulayamadan gömmek onu çok rahatsız etmiştir. Babası Kazangap'ın Nayman Ana Kabristanı'na gömülmesi vasiyetine karşı çıkarak bir an önce cenazeyi toprağa gömüp şehre dönmek isteyen Sabitcan, dikenli tellerle yolları kesilince;"Ben ta başında söylemiştim. Ölüyü ta buralara taşımanın ne gereği vardı? İşiniz-gücünüz boş inançlarla uğraşmak! Bu masallara kendi inandığınız yetmiyormuş gibi bir de başkalarını inandırmağa çalışıyorsunuz." diye tavrını ortaya koyar. "Nasılmış? Kapıdan geriye dönersiniz değil mi? Bunun böyle olacağını ben size baştan söylemiştim! "Ana-Beyit, Ana-Beyit!" diye tutturmanın sonu budur. Sopa yemiş köpeğe dönersiniz işte böyle!.. Adamlar "Plana göre gömütlük yerinden kaldırılacak" diyorlar. Karar kesin. Daha fazla uzatmağa gerek var mı? Eski masallara fazla kapılmışsın, sen, Yedike. Adamlar burada dünya çapında uzay işleriyle uğraşıyorlar, sen de tutturmuşsun "Ana-Beyit'imiz, Ana-Beyit'imiz!" diyorsun. Kim dinler seni? Kimin işine yarar senin Ana-Beyit'in?.. İhtiyar ıvır zıvır işlerle kimsenin kafasını şişirmeye kalkma. Hele böyle bir konuda bana hiç güvenme. Senin Ana-Beyit'in bana vız gelir, tırıs gider." şeklindeki sözleriyle inançları alaya alan "okumuş-eğitilmiş" Sabitcan sözlerini şöyle tamamlar "..Başka isim gücüm yok da o işlere mi koşa¬cağım? Hem de ne için? Bak ihtiyar, benim ailem, çocuklarım, iyi de bir işim var. Ne diye durup dururken rüzgâra karşı işeyeyim? Bir telefondan sonra kıçıma bir tekme atsınlar diye mi?.." yattığı Nayman Ana Kabristanı'nın ortadan kaldırılacağını öğrenince "birşeyler" yapmayı teklif eden Yedigey'e işbirlikçi aydınların sembolü Sabitcan'ın verdiği bu cevaplarla Cengiz Aytmatov'un sis¬temi sorguladığı açıktır. Yazar bu türden bir teslimiyeti bir tür Mankurtlaşma olarak değerlendirerek şunları yazmıştır "Yedigey düşündükçe incinmişliği artıyor, durumu daha da içinden çıkılmaz bir hal alıyordu. Buna gencecik adama Sabitcan bir yandan kızarak, bir yandan acıyarak, bir yandan da ondan iğrenerek; "-Mankurtsun sen! Gerçek bir mankurt! diye mırıldandı..." ...s. 437Sonuç olarak Gün Olur Yüzyıl Olur, dönemin yönetim anlayışına, Stalin diktatörlüğüne eleştirel bir bakış getirir. Bu eleştirel bakış, devlet kademelerinde görev yapan kişilere olumsuz karakterler çizilmesiyle kendisini gösterir. Roman kahramanlarında Sabitcan, bozkırın karşısında şehri, sıradan Kırgız’ın karşısında ise yönetime yakın, toplumsal yabancılaşmaya örneği temsil eder. Aytmatov'un yapıtlarında olumsuz kişilerin şahsında, sistemin yozlaşmış uygulamaları, üstü kapalı da olsa acımasızca Aytmatov'un eserinin ana ekseni olan "mankurtlaştırma" olayının bu yönü son derecede entere¬sandır. Çağdaş mankurt olan Sabitcan'ın kafasına hiç kimse deve derisi sarıp güneşin altında bırakmamıştır ama işte o tam bir mankurt olarak ortadadır! Bu mankurtlaştırma metodu henüz tam olarak açıklığa kavuşmamıştır, ancak eldeki veriler bu işlemin Sovyetleştirilen eğitim sistemi ile ilişkisini fısıldamaktadır. bilgi alıntıdır Gün Olur Asra Bedel kitap özeti , Cengiz Aytmatov 1 sayfadaki 1 sayfasıBu forumun müsaadesi varBu forumdaki mesajlara cevap veremezsinizLuzumlar Kitaplar Kitap ÖzetleriBuraya geçin Sizlere bu yazımızda Gün Olur Asra Bedel – Cengiz Aytmatov Eser eser özeti hakkında bilgi vereceğiz. Eserin özeti, konusu, ana karakterleri hakkında merak ettiğiniz bir çok sorunun cevabını yazımızda bulabilirsiniz… Gün Olur Asra Bedel – Cengiz Aytmatov ROMANIN KONUSU Savaşından sonra Kazak bozkırlarında bir tren istasyonunda yaşamaya başlayan Yedigey’in burada tanık olduğu olaylar. ROMANIN ANA KARAKTERLERİ Yedigey Cangeldi Boranlı’ya bağlı bir tren istasyonunun makasçısıdır. Kazangap Yedigey’e iş bulan ve ona ev veren arkadaşıdır. Karanar Kazangap’ın Yedigey’e armağan ettiği devedir. Romanın bazı yerlerinde bir şahıs gibi başından geçen olaylar anlatılmıştır. Abutalip Kuttubayev Boranh’nm en bilge kişisidir. Savaşta esir düşen Abutalip Kuttubayev, yazdıklarından dolayı tutuklanır. ÖZET Roman kahramanı Yedigey Cangeldin, cepheden döndükten sonra, Kazak bozkırlarında küçük bir aktarma istasyonunda çalışmaya başlar. burada tanık olduğu ve uzak geçmişine çağrışım yapan olaylar, gerçekte bir siyasi rejimin gümbür gümbür çöküşünün nedenlaeridir. Yedigey’in çok eski ve yakın arkadaşı olan Kazangap ölür. Onun için bir cenaze töreni düzenleler. bu törene Kazangap’ın şehirde oturan oğlu ve kızını da çağırırlar. Kazangap’ın cenazesini mezarına götürürken, Yedigey kendisinin ve milletinin geçmişini, acı-tatlı, düşündürücü yanlarıyla bir bir gözlerinin önünden geçirir. O gün Asra bedel bir gün’ olur onun için. Sevdikleri kişinin cenazesini Naymanlar’ın kutsal mezarlığına götürdükleri zaman,orada bir uzay üssünün kurulmuş olduğunu görürler ve cenazenin gömülmesine izin verilmez. Öte yandan, Rus-Amerikan ortak araştırması sonunda kozmonotlar, uygarlık düzeyi Dünyanınkinden çok daha yüksek bir gezegen keşfeder. Bu gezegende yaşayanlar dünyalılarla ilişki kurmak isterler. Fakat daha yüksek bir uygarlığı, daha iyi bir yönetimi kendileri için zararlı gören dünyalı yöneticiler bu isteği reddederler. Türk Edebiyatı Eser Özetleri Cengiz Aytmatov-Gün Olur Asra Bedel Kısa Özeti Romanda Cengiz Aytmatov’un kişilik analizini çok iyi yaptığını görmekteyiz. Okurken kendinizi Orta Asya bozkırlarında ovadan ovaya koşar halde bulursunuz. Türklerin kökenini ve ilk yaşam tarzlarını bu romanda zihninizde canlandırabilirsiniz. Gelelim romanın kısa özetine. Yedigey biricik dostu, sırdaşı, yoldaşı Kazgangap’ı kaybetmiştir. Vasiyeti gerçekleştirmek Yedigey’e kalır. Yedigey naaşı Ana Beyit’e götürmekle mükelleftir. Ana Beyit ise destan kahramanlarının mezarlarına ev sahipliği yapar ancak Rus Amerikan ortak projesi olan bir uzay üssü buraya kurulmuştur. Sarı-Özek bozkırı doğallığını böylece yitirmiştir. Destansı bir kadın olan Nayman Ana’nın da mezarı burada bulunur. O dönemde Naymanlar istilaya uğrar. Juan Juanlar korkunç işkenceler yapar Naymanlara. Kafalarına yaş deri geçirir güneş altında bekletir kuruyan deri kafayı sıkar bir zaman sonra kurban ya ölür ya da delirirdi. Kendi ifadeleri ile mankurt olurdu. Yedigey ve bir kaç kişilik cenaze konvoyu Ana Beyit’e gelir ama buraya uzay üssü yapıldığı için giriş çıkışlar kontrol altında tutulur. Yedigey girişte bulunan nöbetçiye kapıyı açmalarını söyler ancak nöbetçi açmaz. Sonra Kırgız bir genç gelir onlarla konuşur. Yedigey neden Kırgızca konuşmadığını sorunca görevde iken sadece Rusça konuşmak zorunda olduğunu söyler. Toplumun gerçekten de mankurtlaştığını burada da görür. Kendi dilleri dururken Rusça da neymiş der içinden. Kısa süren sohbetten sonra izin alamazlar ve geri dönerler. Cenazeyi başka bir yere götürür ve gömerler. Yedigey vasiyeti gerçekleştirememiştir ve bu onun içini yer durur. Gün Olur Asra Bedel, Cengiz Aytmatov, 2005, İstanbul“Gün Olur Asra Bedel” adlı eserde Türkistan'ın Kazak bölgesindeki 8 hanelik bir tren yolu bakım istasyonunda yaşayan Aral bölgesi Kazak Türklerinden Kazangap adlı yaşlı işçinin ölümü ve vasiyeti üzerine düzenlenen cenaze törenini anlatan ana eksen etrafında, Türklerin destanî devrine dönüşler ile uzay kolonileri arasındaki ilişkilerin sınırladığı geniş bir açılım sergilenmekte ve tek bir günün anlatıldığı roman böylece ismine uygun olarak 'yüzyıldan uzun bir gün' ün hikâyesi olarak şekillenmektedir. Romanda Türk geleneği temsil eden Kazangap'ın en yakın dostu Yedigey ile Sovyet devrinin yenik insanı Kazangap'ın oğlu Sabitcan arasındaki çelişki ortaya konularak, Türk insanı' ile 'Sovyet insanı' karşılaştırılmakta ve açıkça 'Türk insanı'ndan yana tavır alınmaktadır. Yazar bu trajik karşılaştırmasını sağlam bir zemine oturtabilmek için destanî geleneğe yaslanarak Yedigey'e Nayman Ana Destanı'nı vakası Kazak boylarında geçer. Bir kazak Türkü olan Yedigey’in ekim devriminden sonra sosyal karışıklık ve belirsizlik yüzünden bir yere tutunmak ihtiyacı ile Kumbel istasyonuna tanıştığı Kazangap vesilesiyle Sarı-Özek bozkırlarındaki Boranlı istasyonuna 1944 de savaşta sakatlanınca kızıl saçlı, sevimli ve güler yüzlü doktor ona “Savaş bitmek üzere. Aklına kötü bir şey gelmesin. Bir an önce memleketine dön. Bir yıl içinde eski gücüne kavuşursun.” Gölü kenarındaki Cangeldi’ye geldiğinde dar sokakları, ayağına yapışan çamurları ile Cangeldi’yi hepten ıssızlaşmış bulur. Savaş erkekleri adeta silmiştir. Açlıktan ölmemek için herkes hayvan çiftliklerine dağılmıştır. Balıkçılıkla geçinen köyde Aral’a açılacak erkek onu bekleyen eşini bulan Yedigey işe yaramaz bir durumda olduğunu söylenip durur. Görünüşte sağlam biri olarak görünür. Ama güçsüz beyni zonklayan ayakta zor duran bir hali vardır. Eşi Ukubala’nın yakınları onu bozkıra çağırmışlardır. Şimdilik otlaklarda otlayan hayvanları gözetler. Gururlu bir kişi olan Yedigey ailesine yük olmamak için demir yollarında çalışmaya koyulur. Demir yollarında çalışa çalışa, istasyon istasyon savrula savrula Kumbel istasyonuna gelir. Kumbel demir yollarının kavşak noktasında olan bir istasyondur. Trenlerin kullandığı yakıt burada depo edilir. Yedigey ve eşi Ukubala vagonlardan boşaltılan kömürleri el arabasıyla depoya taşırlar. Bir gün istasyona devesiyle bir Kazak Türkü olan Kazangap gerçekte belirli bir özelliği yoktur, sade bir adamdır; ama hayat çilesi çekerek olgunlaştığı bellidir. Esmerleşen yüzünden ve iri damarlı ellerinden, hep ağır işlerde çalışmış bir bozkır adamı olduğu anlaşılır. Onun gibi dürüst, cesur, bilge bir insanın bu zamanda eşine rastlamak mümkün Yedigey ve karısı Ukubala, kendi köyleri Cangeldi’yi terk ederken, emektar arkadaşı Kazangap’la karşılaştıkları o günün bütün geleceklerini ve hayatlarını etkileyeceğinden habersizdirler...Kazangap, onlara sadece kendisiyle birlikte Boranlı istasyonuna gelmelerini ve çalışmak için oraya yerleşmelerini teklif eder. Aynı gün, Kazangap’la birlikte Sarı Özek bozkırındaki Boranlı istasyonuna hareket ederler; ama sonradan bunun bir talih, bir kader olduğunu şey, bir devenin sırtında Ana Beyit mezarlığına yol alan cenaze konvoyunun en önünde giden Yedigey'in bilincinde oluşur ve gelişir. Sarı Özek'teki istasyondan kutsal mezarlığa giden cenaze konvoyunun başını çeken Yedigey, can dostu Kazgangap'la yaşadıklarını, bu kısa yolculuk sırasında geri dönüşlerle bilinç üstüne çıkarır. Romanın ilerleyen sayfalarında, anlatılanların, bu yolculuk boyunca tahayyül edilenlerin ürünü olduğu ortaya çıkar. Yedigey, koca ömrü, bir güne hatta saatlere sığdırır; geçmişin, şu anın ve geleceğin aynı şey olduğunu, deve sırtındaki bilinç akışlarında yaşar ve anlatılan bir günün hikâyesidir. Ard zamanlı bir anlatım tekniğiyle Yedigey-Kazangap ve Sarı-Özek bozkırlarının hikâyesi 24 saatlik bir süre içinde yüzyılın hikâyesine Kazangap’ın ölümüyle Sarı-Özek’in geçmişini hatırlar. Yedigey arkadaşı Kazangap’ın cenazesini onun vasiyeti üzerine Ana-Beyit mezarlığına gömmek ister. Burası onların atalarının mezarlığıdır. Ancak Kazangap’ın oğlu Sabitcan Ana-Beyit mezarlığının Boranlı’ya uzak mesafede olduğu için “Oraya gitmemize ne gerek var. Hem rahmetli tren düdüklerinin çok severdi. Hemen şuraya gömelim. Tren düdüklerini dinleye dinleye huzur içinde yatsın.”diye karşı Sarı-Özek bozkırlarının tarihiyle anlatılanları iki şekilde anlatabiliriz1. Düne ait; Nayman Ana efsanesi,2. Bugüne ait; Kazangap, Yedigey, Abu Talip Kutlubayev ve 2. Cihan Harbi sırasında yaşadıkları özellikle de Kazangap’ın defin işleriyle ilgili işlemler yapılırken yer yer geriye dönüşlerle dünün bugüne aktarılması dikkatle sunulur. Boranlı istasyonuna gelerek yerleşen Yedigey, inançları için mücadele edecek karakterdedir. Ancak inançları şifahi gelenekten beslendiği için pasif bir mücadelededir. O bu haliyle çalışan, kararlı, biraz da romantik bir Ana destanında Göçebe Türk oymaklarının düşmanı olan Juan juan'lar -Türklerin tarihi düşmanları olarak semboli¬ze edilmektedir- savaşlarda ele geçirdikleri tutsakları ya uzak yerlerde satmakta veya güçlü-kuvvetli olanları ayırarak korkunç işkencelerle "Mankurt”laştırdıktan sonra köle olarak kullandıkları anlatılmaktadır. "...Önce tutsağın kafasını kazırlar, kesilen bir devenin boyun bölgesinden yüzülen bir deri parçası tutsağın kafasına bir başlık gibi geçirilir. Kafasına deri geçirilen tutsak başını yere sürtmesin diye boyuna tahta kalıp takılır, yürek paralayıcı çığlıklarını kimse duymasın diye ıssız bir yere götürülürdü. Kolları, bacakları bağlı tutsak orada güneşin alnacında, aç-susuz birkaç gün kalırdı. Başına deri geçirilenlerden çoğu acıya dayanamayıp ölür, sağ kalanlarsa belleklerini yitirerek geçmişlerini anımsamayan birer "mankurt" -köle- olurlar. Tutsakların ölüm nedeni açlık, susuzluk değildir. Zavallılar başlarına geçirilen taze deve derisinin güneş altında kuruyarak büzülmesi sonucu acıya dayanamadıkları için ölürler. Sımsıkı sarılan deri kurudukça tutsağın kazınmış başını mengene gibi sıkıştırır. Bütün bu acılar sonunda tutsak aklını yitirmeye başlar. Juanjuanlar işkencenin beşinci gününde sağ kalan var mı diye bakmaya gelirler. İşkenceye tutulanlardan biri bile sağ kalsa amaçlarına ulaşmış sayarlar kendilerini... "Mankurt" kim olduğunu, soyunun-sopunun nereden geldiğini, adını, çocukluğunu, anasını-babasını bilmezdi kısacası insan olduğunun bile farkında değildir. Benlik bilincini yitirdiği için efendisine iktisadi açıdan büyük avantajlar sağlar... Herhangi bir köle sahibi için en büyük tehlike, kölesinin başkaldırmasıdır. Her köle fırsat bulunca isyan eder; oysa mankurt köleler arasında kaçmayı, karşı koymayı, başkaldırmayı düşünmeyen, alışılmışın dışında tek varlıktır. Köpeklerin sahiplerini dinlemeleri gibi mankurt ta efendisinin sözünden dışarı çıkmaz. Efendisinden başkasının sözünü dinlemez, bedeninin gereksinmelerinden başkasını düşünmez... En kirli, en ağır işler mankurtlara verilir, sonsuz sabır isteyen bıktırıcı, sıkıcı, sinir törpüleyici işler onlara yaptırılırdı."...s. 151Juan juanlarla girişilen bir savaşta babasını kaybeden ve babasının öcünü almak için Juan juanlara karşı düzenlenen bir akına katılan Nayman Ana'nın oğlu Colaman akından geri dönemez. Cenk meydanında oğlunun cesedini arayan ancak bulamayan Nayman Ana hep oğlunun bir gün çıkıp geleceği ümidiyle gün kervancılardan yakınlarda bir mankurt'un deve güttüğünü işiten Nayman Ana analık sezgisiyle bu mankurtun oğlu olabileceği hissine kapılır. Bu fikrini, hiç kimseye açamayan Nayman Ana, kitaptaki ifadeyle "torkunlarına kızlık akrabalarına uğrayacağını, onlarda bir süre konuk kaldıktan sonra eğer kendisi gibi istekliler çıkarsa Kıpçak ülkesine erenlerden Yesevi Dede'nin türbesine gideceğini" söyleyerek yola çıkar. Nihayet deve güden mankurtu bulan Nayman Ana önsezisinde yanılmamıştır. Bu mankurt onun sevgili oğlu Colaman'dır. "İki gözüm benim!" diye oğluna atılan Nayman Ana oğlunun kendisini tanımaması ve adını "Mankurt" olarak bildirmesi üzerine kahrolur ve şunları söyler "Bir insanın dinden malı-mülkü, tüm zenginliği, gerekiyorsa yaşamı alınabilir. Ama belleğini köreltmeğe, beynini sakatlamaya kim cüret edebilir?" Ağlayarak oğluyla konuşan Nayman Ana sözlerine devam eder "-Senin adın Colaman. İşitiyor musun beni? Colaman senin adın. Babanın adı Dönenbay. Öldü baban. Anımsamıyor musun babanı? Sana ok atmayı o öğretti. Ben senin ananım. Sen de benim oğlum. Göçebe oymaklarındansın sen. Bizim oymağa Naymanlar denir. Sen de Naymansın."Oğluna bu şekilde kim olduğunu, nereden geldiğini anlatmaya, hatırlatmaya çalışan Nayman Ana onun hafızasını tamamen yitirdiğini acıyla fark eder; buna rağmen yine de onu obalarına götürmek ister. Ana yüreği onun bir gün aklının başına geleceğine inandırmıştır. Bu sırada yanlarına yaklaşan efendi Juanjuan, Nayman Ana'yı görür ve kaçan Nayman Ana'nın mankurtuna anlattıklarını öğrenince Colaman'a anasının ona işkence yapmak istediğini ve bu yüzden Nayman Ana'yı öldürmesi gerektiğini söyler. Romanda belirtildiği üzere "..oğlunu alıp götürerek göçebe Naymanlara istilacıların tutsakları nasıl sakatladıklarını, akıldan yoksun bırakarak nasıl alçalttıklarını göstermek isteyen ve böylece onların düşmana diş bileyerek silaha sarılmalarını" sağlamayı düşünen Nayman Ana Juanjuanlar oğlunun yanından ayrılınca tekrar oğlunun yanına döner. Ancak anasının kendisine kötülük yapmak istediği "öğretilen" oğlu, Nayman Ana'sını dinlemez bile! Kitapta bu hazin öykü şöyle bitiriliyor"Nayman Ana son anda oğlunun okunu ona çevirdiğini gördü; deveyi dehleyip ileri fırlamağa fırsat bulamadan kısa bir vınlama duydu, yaydan fırlayan ok sol böğrüne saplandı. Öldürücü bir saplanmaydı bu. Nayman Ana yavaş yavaş aşağı eğildi, yıkılmamak için devesinin boynuna sarıldıysa da yere düşmeye başladı. Fakat ondan önce başından ak yazması kaydı, bir kuş olup havalanırken; "-Adın ne senin? Kimin oğlusun? Anımsa adını! Senin baban Dönenbay! Dönenbay! Dönenbay!" diye çığlık o günden beri Sarı-Özek bozkırında gece¬leri Dönenbay kuşu uçarmıs. Bir yolcuya rastlarsa yanına yaklaşır "Adın ne senin? Kimin oğlusun? Anımsa adını! Senin baban Dönenbay! Dönenbay, Dönenbay, Dönenbay, Dönenbay!" diye bağırırmış...s. 147Aytmatov’un eserlerinde birinci kuşak ve ikinci kuşak arasında değer farkları görülür. Birinci kuşak çalışmayı alın terinin değerini ve atalarından öğrendiklerini milletine ait inançları yaşatmaya çalışır. İkinci kuşak ise Sabitcan’da portatif olarak karşımıza çıkar. Bu kuşağın özellikleri rahat bir yaşam peşinde koşan varlık sebebini kültürel varoluş olarak değil, fiziki varoluş olarak görür. Hayatta kalma kaydıyla efendilerinin emrindedir. Colaman’ın şuurunu kaybettirilerek işkence yoluyla köleleştirilmesi gibi Sabitcan’da okullarda eğitim yoluyla kendi milletinin değerlerine yabancılaştırılan çağdaş bir “mankurt” tur. Yedigey milli ve dini hayata bağlıdır. Arkadaşı Kazangap onun gözünde sıradan bir cenaze değildir. Kazangap Sarı-Özek bozkırlarının ilk sakinlerindendir. Boranlı’da vahşi hayata karşı mücadele edip hayatta kalmayı başarabilen bir irade abidesidir. Ama Kazangap da şifahi bir kültürden yetiştiği için mankurtlaşmasına engel kuşaktan Abu Talip Kutlubayev bir coğrafya öğretmenidir. 1951 yılını sonlarında soğuk bir kış günü Boranlı’ya gelmiştir. Eşi Zarife sınıf öğretmenidir. İkinci Dünya Savaşında cepheye çağırılmış, Almanlara esir düşmüş taş ocaklarında çalışırken bir fırsatını bulup kaçmıştır. 12 arkadaşıyla birlikte Yugoslav partizanlarla, faşist İtalyanlara karşı gösterdiği Adriyatik Denizindeki kahramanlıkları gazeteye yansımış ve nişan almışlardır. Sovyet denetleme heyetinin soruşturmasıyla yurda dönmüş, tekrar coğrafya öğretmenliğine başlamıştır. Derslerinin birinde Avrupa kıtasını anlatırken ders kitaplarından farklı olarak oraların gelişmiş, yeşil ormanlarla, bakımlı çiftliklerle dolu olduğunu anlatırken askere alma merkezinde çalışan birinin oğlu “Siz Sitali’nin emrine rağmen niye kendinizi öldürmediniz de Almanlara esir düştünüz? Siz bir vatan hainisiniz” der. Öğrencilerin çoğu bunun hainlikle ne ilgisi var diye karşı çıksa da sınıf karışmıştır bir kere. 1948’te Yugoslav meselesi çıkınca ilçe merkezine çağırılıp kendi rızasıyla görevinden ayrıldığına dair bir dilekçeyle istifa ettirilir. Kader onları Sarı-Özek bozkırlarındaki Boranlı’ya savurmuştur. Abu Talip Kutlubayev kendi kültürel değerlerinin farkında olan, her türlü hayat şartlarında onu gelecek kuşaklara aktarmakla kendini sorumlu tutan kitabi kültürün temsilcisidir. Kazangap’ın, oğlu Sabitcan’ı şifahi kültürle yetiştirmesine rağmen, Sovyet eğitimin bir mankurt olarak karşısına çıkmasını önleyememiştir. Abu Talip ise Boranlı’nın bütün imkânsızlıklarına rağmen hem kendi çocuklarına hem de Yedigey’in çocuklarına ders vererek Türk tarihinin coğrafyasını anlatır, başından geçenleri yazar. Böylelikle aydın sorumluluğunu yerine getirecektir. 5 Ocak 1953 günü gelen trenle ellerinde siyah çantalı üç kişi iner. 1952 yılının son günü Abu Talip vermiş olduğu şenlikte halk dansları eşliğinde halk türküleri söylediği Nayman Ana ve Dönenbay gibi efsaneler anlattığı için Boranlı halkı Abu Talip hakkında sorgulanır. Abu Talip sorgulanma sonunda alınır, bilinmeyen bir yere götürülür. Gelen bir mektupta Abu Talip’in öldüğü duyulur. Yedigey Zarife ve çocuklarının peşinde pervane olmuştur. Abutalip’in ölümünden sonra Zarife ve çocuklarıyla çok yakından ilgilenir, zamanla bu ilgi Zarife’ye karşı büyük bir aşka dönüşür. İçten içe Zarife’ye karşı bir takım kıpırtıların olduğunu hisseder, kendini suçlamaya başlar. Yedigey Zarife’ye olan aşkını göstermek için Roymalı Ağa ve Begümay aşkını gündeme getirir. Zarife, Yedigey’in onu düşünmekten vazgeçmesini istediği için çocuklarıyla çekip gider. Yedigey uzun süre kendini yatıştırmaya, kaderine razı olup Zarife’yi unutmaya çalışır. Fakat başarılı bu geçmişin gözler önüne serildiği yukarıdaki bölümlerden sonra tekrar cenaze konvoyuna dönen kurguda Kazangap’ın ölümü ile ilgili her şeyin, bütün hazırlıklar onu Naymanlar’ın kutsal mezarlığı olarak kabul edilen Ana-Beyit’e gömmek için yapıldığı hatırlatılır. Ancak konvoydakiler sevdikleri kişinin cenazesini Nayman’ların kutsal mezarlığına götürdükleri zaman, orada bir uzay üssünün kurulmuş olduğunu görürler. Üsse yaklaşan cenaze konvoyunu durduran nöbetçiler, buranın askerî bölge olduğunu söyleyerek cenaze konvoyunun Ana Beyit'e girmesine izin vermek istemezler. Tartışma sürerken Nöbetçi subay gelir. Nöbetçi subay Kırgız kökenli bir delikanlıdır. Kendi halkından bir muhatapla karşılaşan Yedigey sorunu çözeceği inancıyla konuyu açıklamaya başlar. Nöbetçi subayın cevabı çok kısa ve çarpıcıdır"Yoldaş, Rusça konuş" . Yedigey afallayarak niçin Kırgızca konuşmadığını sorar. Kırgız subay görevde olduğunu, görevde iken Kırgızca konuşamayacağı cevabını verir...s. 409Konvoy çaresizlik içinde, kutsal topraklardan uzaklaşır. Yedigey başka bir yerde cenazeyi yaparak gömer; ancak Kırgız geleneklerini, tam olarak bilmeden ve uygulayamadan gömmek onu çok rahatsız etmiştir. Babası Kazangap'ın Nayman Ana Kabristanı'na gömülmesi vasiyetine karşı çıkarak bir an önce cenazeyi toprağa gömüp şehre dönmek isteyen Sabitcan, dikenli tellerle yolları kesilince;"Ben ta başında söylemiştim. Ölüyü ta buralara taşımanın ne gereği vardı? İşiniz-gücünüz boş inançlarla uğraşmak! Bu masallara kendi inandığınız yetmiyormuş gibi bir de başkalarını inandırmağa çalışıyorsunuz." diye tavrını ortaya koyar. "Nasılmış? Kapıdan geriye dönersiniz değil mi? Bunun böyle olacağını ben size baştan söylemiştim! "Ana-Beyit, Ana-Beyit!" diye tutturmanın sonu budur. Sopa yemiş köpeğe dönersiniz işte böyle!.. Adamlar "Plana göre gömütlük yerinden kaldırılacak" diyorlar. Karar kesin. Daha fazla uzatmağa gerek var mı? Eski masallara fazla kapılmışsın, sen, Yedike. Adamlar burada dünya çapında uzay işleriyle uğraşıyorlar, sen de tutturmuşsun "Ana-Beyit'imiz, Ana-Beyit'imiz!" diyorsun. Kim dinler seni? Kimin işine yarar senin Ana-Beyit'in?.. İhtiyar ıvır zıvır işlerle kimsenin kafasını şişirmeye kalkma. Hele böyle bir konuda bana hiç güvenme. Senin Ana-Beyit'in bana vız gelir, tırıs gider." şeklindeki sözleriyle inançları alaya alan "okumuş-eğitilmiş" Sabitcan sözlerini şöyle tamamlar "..Başka isim gücüm yok da o işlere mi koşa¬cağım? Hem de ne için? Bak ihtiyar, benim ailem, çocuklarım, iyi de bir işim var. Ne diye durup dururken rüzgâra karşı işeyeyim? Bir telefondan sonra kıçıma bir tekme atsınlar diye mi?.." yattığı Nayman Ana Kabristanı'nın ortadan kaldırılacağını öğrenince "birşeyler" yapmayı teklif eden Yedigey'e işbirlikçi aydınların sembolü Sabitcan'ın verdiği bu cevaplarla Cengiz Aytmatov'un sis¬temi sorguladığı açıktır. Yazar bu türden bir teslimiyeti bir tür Mankurtlaşma olarak değerlendirerek şunları yazmıştır "Yedigey düşündükçe incinmişliği artıyor, durumu daha da içinden çıkılmaz bir hal alıyordu. Buna gencecik adama Sabitcan bir yandan kızarak, bir yandan acıyarak, bir yandan da ondan iğrenerek; "-Mankurtsun sen! Gerçek bir mankurt! diye mırıldandı..." ...s. 437Sonuç olarak Gün Olur Yüzyıl Olur, dönemin yönetim anlayışına, Stalin diktatörlüğüne eleştirel bir bakış getirir. Bu eleştirel bakış, devlet kademelerinde görev yapan kişilere olumsuz karakterler çizilmesiyle kendisini gösterir. Roman kahramanlarında Sabitcan, bozkırın karşısında şehri, sıradan Kırgız’ın karşısında ise yönetime yakın, toplumsal yabancılaşmaya örneği temsil eder. Aytmatov'un yapıtlarında olumsuz kişilerin şahsında, sistemin yozlaşmış uygulamaları, üstü kapalı da olsa acımasızca Aytmatov'un eserinin ana ekseni olan "mankurtlaştırma" olayının bu yönü son derecede entere¬sandır. Çağdaş mankurt olan Sabitcan'ın kafasına hiç kimse deve derisi sarıp güneşin altında bırakmamıştır ama işte o tam bir mankurt olarak ortadadır! Bu mankurtlaştırma metodu henüz tam olarak açıklığa kavuşmamıştır, ancak eldeki veriler bu işlemin Sovyetleştirilen eğitim sistemi ile ilişkisini fısıldamaktadır. Ana sayfa Eserler Gün Olur Asra Bedel Cengiz Aytmatov Kitap Özeti En büyük Türk yazarlarından biri olan Cengiz Aytmatov tarafından kaleme alınan Gün Olur Asra Bedel romanı dramatik öğeler barındırmaktadır. KGB’nin acımasızlıkları ve kendi kültürüne dönüş yaşayan karakter, bir gününün asra bedel oluşunu betimler. Gün Olur Asra Bedel Kitap Özeti Mevsimleri çok sert geçiren Sarı-Özek köyünde eşi Ukubala ile yaşayan Yedike, bir demiryolu işçisidir. Bir gece nöbetteyken dostu Kazangap’ın öldüğünü eşinden haber alır. İşyerinden izin alarak köyü uyandırmaya gider. Sadece sekiz haneli bu köyde ilk defa bir ölüm yaşanmaktadır. Kazangap’ın oğlu Ayzade ve Sabitcan da babasının ölümleri üzerine köye gelirler. Sabitcan hayırsız evlattır, tüm malı mülkü satıp yemiş ve köyde yaşayanları da küçük gören ukala bir karakterdir. Ana-Beyit mezarlığına gömülmeyi vasiyet eden Kazangap’ın bu dileğini Yedike gerçekleştirmek ister. Sabitcan itiraz edecek gibi olsa da Yedike’ye laf yetiştiremez. Yedike mezarlığa giden yolda arkadaşı Kazangap ile anılarını hatırlar. Köye ilk gelişi, Kazangap’ın ona devesini hediye etmesiyle başlayan bu hatırlamalar ile işini de Kazangap’ın ona bulduğunu hatırlar. Köye sonradan gelen Abutalip ve Zarife de onların ailesi gibidir. Zaman içerisinde Yedike’nin gönlü Zarife’ye kaysa da bunu asla söylemez. Bir süre sonra demiryolu müfettişi köye gelir. Abutalip’in yazdıklarını görür ve Abutalip götürülür. Çok sonra öldüğü haberi gelir. Zarife bu haberi alınca iki çocuğunu da alarak Sarı-Özek Köyünden ayrılır. Sonradan Rusya’da demokrasi şenlikleri yapıldığında Yedike şehre giderek Abutalip’in suçsuzluğunu kanıtlar. Tüm bunlar zihninden geçerken askerlerin yolu kapattığını gören Yedike, ne kadar dil dökse de nafiledir. Oldukları yere Kazangap’ı gömerler, kendisi ölürse Kazangap’ın yanına gömülmeyi vasiyet eder. Ana-Beyit mezarlığının yolunu asker kapatmıştır çünkü orada bir uzay üssü kurulmuştur. Sadece Dünya araştırması değil, insanlar dışında da iletişim kurulmaktadır.

cengiz aytmatov gün olur asra bedel uzun özet